TEK KELİME İLE BİR BAŞYAPIT 10 ÜZERİNDEN 10
Olayların birbirini takip etmesi ve de kaderin cilvesi diye buna derim işte.. Muhteşem bir senaryo.. Değişik konular işlenip olayların bir bütünlüğü sağlansa da yine burada esas olan nokta insanın; düşünce yapısı ve hayatında bununla orantılı olarak yaptıkları.. Bu film de oynayan bütün oyuncular başrol neredeyse.. Hepsinden bir parça alıyorsun gibi.. Başta olaya ırkçılık üzerinden dalıyoruz.. Bize ilk sunulan siyah ile beyaz arasında aslında hiçbir zaman olmayan ayrımcılık üzerinden birşeyler anlatılmaya çalışılıyor.. Başarılı kesitler, başarılı oyunculuklar.. Ama film ilerliyor, ilerliyor ve şöyle birşey düşünüyorsun.. Tamam ırkçılık bu filmde temel gibi duruyor ama bu film de izlemiş olsanda, fazla düşünmeyeceğin çok çok önemli konuların üzerinden de geçiliyor.. Peki nedir bunlar.. Benim dikkatimi kesinlikle ırkçılıktan sonra en baba sahnede, hiç beklemediğim bir zaman da insan kaçakçılığı, insan ticareti çekti.. O an boğazım düğümlendi diyebilirim.. Bu tek değil başka seçenekleri de belirtmek lazım aslında bizim gözümüze sokulmaya çalışılanlardan; olaylara karşı düzen koruyucuların dışında bireysel silahlanma ve de bunlarla beraber yine belki de en önemli nokta ÖN YARGI ! Evet; izlediklerimle ve de biraz da hayatımız da öz eleştri yaptığımız da böyle düşüncelerin olduğunu inkar edeceğimizi zannetmiyorum.. Biz ya da çevremizde ki insanlar da ön yargılı davranma belki de toplumların, toplumumuzun en başlıca hastalıklarından biri.. "At gözlükleri" misali diyebirim bu acayip derecede sorun teşkil eden günümüz konuyu fazla uzatmadan bu platformda.. Her bir olay domino taşı gibi birbirini belki de çekiyor bu filmde ve de bağlamalar yani sahneler arası geçişler olabildiğince iyi olmakla beraber her bir oyuncunun birer başrol oyuncusu olduğunu düşünerek Matt Dillon için ayrı bir parantez açmam gerekiyor.. Çoğu izleyen tarafından belki de canlandırdığı karakter yönünden ilk başta nefret kazandı ama oyunculuk yönünden duruşu, diyalogları ve de kötünün, iyi olması durumunu o kadar iyi sergiledi ki hayran kaldım diyebirim.. Haa sahneleri de o kadar çok değilde ama olabildiğince yeterliydi.. Crash filminin Oscar'ı kazandığını biliyordum fakat Matt Dillon'un en iyi yardımcı erkek oyuncu adaylığını öğrenince şaşırmadığımı ancak ödülü alamadığını görünce ise şaşırdığımı da belirtmek isterim.. Final de, başla ve sonla beni etkilediğini söyleyebilirim.. Unutmayan belki de basit bir "pelerin" gibi bazı şeyler hayatınızı etkileyebilir ve değiştirebilir.
Paul Haggis'in yonetmenligini yaptigi 2004 yapimi; icinde bircok duygusal doruk barindiran, bu duygusal anlari harika muziklerle bezemis, "gercek hayattan gercek bir kesit’’ sunan başrolündeki 11 oyuncunun da çok ekonomik kullanıldığı, hiçbiri birbirinin önüne geçmediği kesişen hayatlar temasının güzel bir örneğİ CRASH. Abd’ de cekilen bu tarz filmler Amerikan Beauty ile baslamisti. Amerika artik toplum olma ozelligini yitirmis, ortak hedef ortak tarihe sahip olamayan bir insan toplulugu haline gelmis bu filmle de bunu itiraf ediyor ve en iyi film OSCAR ödülünü kesinlikle hakediyor. Filmde aslinda sadece’’ hayattan bir kesit’’ anlatiliyor ama icerdigi muthis orguyle hayran birakıyor. Filmin akisi esnasinda; birbirlerine acilan karakterler ve sahneler o kadar iyi verilmis ki hic yadirgamiyorsunuz... aksine; ardi ardina bir puzzlein parcalari gibi yerlerini bulan bu sahneler; hem sizi filme baglamis oluyor hem de hayatin gercekten de surprizler ve tesaduflerle dolu oldugunu size bir kez daha hatirlatiyor.... "DOKUNMA DUYGUSU! şehirde yürürsün, insanlara değerek geçersin, onlarda sana çarpar. L.angeles'ta ise kimse sana dokunmaz. metal bir camın arkasındayız. o dokunma hissini özlüyorum. bir şeyler hissedebilmek için birbirimize çarpmalıyız." bu sözler filmin hemen başında bir çarpışma sonucunda arabasının içinde konuşan bir dedektifin ağzından dökülüyor ve tüm filmi özetliyor aslında..11 eylül günü ikiz kulelere çarpan uçakların sonucunda amerikan halkında oluşan korku hissi,yabancı düşmanlığı, tahammülsüzlük, ırkçılık gibi konuları irdeliyor bu film."biz"'in nasılda bir anda "öteki" oluverdiğini gözler önüne seriyor.bir kaza sonucu bir zamanlar "melekler şehri" olarak adlandırılan L. angeles’ta o meleklerin çoktan şehri terkettiğini anlamamıza yardımcı olan çarpışık hayatları seyretmeye başlıyoruz filmde.Bir insanın tamamiyle kötü, veya tamamiyle iyi olamayacağının vurgulandığını göüyoruz , bir nevi `yin yang` in alegorik anlatımı gibi .İnsanların tüm eylemlerinin bir neden üzerine kurgulandığını ve herkesin kendi kurgusal mahkemelerinde nasıl yargılandığını gösteriyor, nefretin veya sevginin anlık birikimini, ve tahminsizliğin sınırlarını zorlayacak bir yerden nasıl fışkırdığını gösteriyor yani film kendinden olmayanı tanımayan, yok sayan, ondan korkan ve onu yok etmeye çalışan ABD nin resmini çiziyor….salt eğlendirmek değil düşündürmek, sorgulatmak, değiştirmek gibi bir misyona da sahip film. her şeye rağmen, filmde önyargıların ne tür işler açabileceğini izlerken bile önyargılı biçimde bir amerika propagandası arayıp duruyorsunuz. ve nihayet filmin sonunda "evet! bütün bunlar böyle çünkü burası amerika. burada her şey olur, insanlar yaşar, ölür ama amerika böyle. yaşatır da öldürür de"yi, eğlenceli bir müzik eşliğinde algılayabiliyorsunuz..Sonuç itibariyle çarpışan tüm bu hayatların sonucunda yönetmen Paul Higgis bu çarpışmanın fotografını çekerken ; diğer yandan da bu fotografın derinliklerini gösteriyor ve filmini bitiriken üzerimizdeki zırhı çıkarıp filmin hemen başındaki dedektifin repliğini hatırlatıyor... "DOKUNMA DUYGUSU! insanları birbirine bağlayacak ve koparmayacak şeyin bu olduğunu hissettirerek…