Pi'nin Yaşamı, inanılması pek mümkün olmayan bir hikâye anlatarak insanları Tanrı'nın varlığı, ona inanma, inanmayı ya da inanmamayı seçme gibi konular üzerine bir şeyler söylüyor. Bunu son derece etkileyici, görsel olarak son derece estetik, güzel görüntülerle yapıyor. Eğer filmi izlerseniz yukarıda söylediğim konular üzerine sizi de düşündüreceğine eminim; ancak şu konularda aklınıza gelmeyebilir diye kendi düşüncelerimi söylemek istiyorum: Pi'nin Yaşamı, Maymunlar Cehennemi gibi son dönem filmlerinin aksine hayvanları insana benzer özellikler taşımak yerine mümkün olduğunca oldukları gibi resmederek, onlardan bir filmde beklemeyi adet edindiğimiz şirinlikler göstermeden, yabani, vahşi, sadece oldukları şeyi yansıtarak bize sunuyor. Bunu bir filmde görmek şaşırtıcı bir şey; çünkü bilgi ve iletişim biçimleri karmaşık hale gelip çoğaldıkça, doğru olana işaret etme, onu olduğu gibi algılama ve sunma seçenek ve imkânlarımız da artıyor. Bu yüzden kurgu bir film içerisinde, hayvanları anlatılan hikâyeye dahil ederken onları insansı varlıklara dönüştürmeden, sadece kendi karakterleri, kendilikleri olarak sunabilmek, insanbiçimci/antropomorfist yaklaşımlardan uzaklaşabilmektir, doğru olana daha yakından bakabilmektir. Hayatta kalmak; insan ya da hayvan, his ve duyguları olan bütün canlıların amacıdır. Bunu acıma ya da şefkat duygusunu kaşımadan, olduğu gibi dile getirebilmek bir meziyet olmalı sinema için. Filmin sonunda Richard Parker'ın (kaplanın) ormana giderken yaptığı hareket hayvanların bize şirin görünmesi için onları biçimden biçime sokan insanlara, hayvanları tanımak için hayvanat bahçelerine, aquaparklara, yunus gösterilerine giden insanlara, hepimize verilmiş bir cevaptır. Sevmek; sevdiğimizi iddia ettiklerimizi kendi istediğimiz biçimlere, şekillere sokmak değildir. Hayvanlar için de, insanlar için de, Tanrı için de düşünebileceğimiz bir fikir. Bu anlamda; yabani olan, doğal olan; yaratıldığı üzredir, ve kendisidir. Bizim yapabileceğimiz belki bakmak, seyretmek ve geçip gitmek olabilir.