Hesabım
    Pasolini
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Pasolini

    Dafoe, Pasolini'de sınıfta kalırken...

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Özellikle The Blackout (1997) gibi filmleriyle aklımıza kazınan Amerikalı yönetmen Abel Ferrara, bu hafta ilk gösterimi 71. Venedik Film Festivali’nde gerçekleştirilen iddialı bir proje ile karşımıza çıkıyor. Efsanevi İtalyan yönetmen, yazar, şair ve aktivist Pier Paolo Pasolini’nin son yirmi dört saatini konu alan Pasolini, belli ki Ferrara’nın Pasolini’ye kişisel bir saygı duruşunda bulunmak amacıyla imza attığı bir proje. Ancak Ferrara’nın yaratmak istediği etkiyi aktarmada yetersiz kalan film, ne yazık ki büyük bir hayal kırklığı olmaktan öteye gidemiyor.

    Filmin başrolünde yer alan ünlü aktör Willem Dafoe, bu hayal kırıklığının başlıca sebebi. Dafoe, bir yanıyla Pier Paolo Pasolini’yi canlandırmak için biçilmiş kaftan. Kemikli yüz hatları, kırışıklıkları ve vücut yapısıyla Dafoe, en doğal haliyle bile Pasolini’ye oldukça benziyor. Bu nedenle fiziksel görünüşe dayalı kriterler göz önünde bulundurulduğunda Abel Ferrara’nın oyuncu seçiminde doğru bir karar verdiğini iddia etmek mümkün.

    Diğer yandan, Dafoe bazı sahnelerde İtalyanca konuşmak için özel bir çaba harcasa da, izleyenlere Pasolini’nin iç sesini duyurmayı amaçlayan birçok sahnede kendi dilini konuşuyor. Bu durum, filmin genel bütününde hem dilsel hem de kültürel bir karmaşa yaratmanın yanı sıra Pasolini’nin bir film karakteri olarak başarıyla temsil edilmesini de engelliyor.

    İtalyanca ve İngilizce arasındaki bu geçişkenlik Dafoe’nun beden dilini de konuştuğu dille uyumlu bir biçimde kullanmasını gerektiriyor. Böylelikle kimi sahnelerde, Pasolini karakteri ister istemez yönetmenin kültürel kimliğinden beslenemez hale geliyor. Ülkesinin kültürel mirasını, tarihini ve faşizme karşı verdiği mücadeleyi böylesine içselleşmiş ve kendi görsel süzgecinden geçirerek filmlerine yansıtmış bir yönetmenin bu şekilde bir kimlik karmaşasının içine itilmesi Pasolini’nin en büyük başarısızlığı oluyor.

    Bununla beraber, Ferrara’nın filmi, Pasolini’nin hayatının son döneminde yazmakta olduğu Petrolio adlı romanın bazı bölümlerini görselleştiren bir çalışma. Romanın beyazperdeye taşındığı, zaman zaman kışkırtıcı bir karaktere bürünen sahnelerle Pasolini’nin gündelik rutinini iç içe geçiren ve bu yolla lineer, tekdüze bir anlatımdan kaçınan film, bir anlamda Pasolini’nin sinema diline öykündüğünü de belli ediyor. Nitekim Ferrara’nın provokasyondan kaçınmayan kendi sinema dili bir yana, böyle bir projeye imza atması bile Pasolini’ye olan hayranlığını ve Pasolini sinemasına karşı duyduğu heyecanı açıkça ortaya koyması anlamına geliyor.

    Öte yandan, Pasolini ne yazık ki Ferrara’nın bu tutkusunu sadece bir öykünme düzeyinde ifade edebilen bir çalışma. Öykündüğü Pier Paolo Pasolini filmlerinin izleyicinin neredeyse tenine temas ederek yarattığı o çarpıcı etkiden mahrum kalan Ferrara’nın filmi, yüceltmek istediği karakteri istemsiz bir biçimde şablonlara sıkıştırıp, sıradanlaştırıyor. Sonuç olarak, bana kalırsa Pasolini, büyük bir heyecan ve tutkuyla hayata geçirilmiş, ancak beyazperdeye aktarıldığında yönetmeninin kafasındakini ve kalbindekini yeterince yansıtamamış bir film.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top