Hesabım
    Wilbur Ölmek İstiyor
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Wilbur Ölmek İstiyor

    <b>Wilbur</b> Bir Eş ve Çocuk <b>İstiyor</b>!

    Yazar: Sibel Maksudyan

    Eğer siz de benim gibi Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca'yı beğenenlerdenseniz, eminim ki aynı yönetmenin (Lone Scherfig) yeni filmi Wilbur Ölmek İstiyor'un gösterime giriyor olması sizi heyecanlandırıyordur. Yine, kesişen hayatların şirin rastlantılar eşliğinde rayına oturmasını bekliyorsanız çok yanılıyorsunuz; şimdiden söyleyeyim.

    Filmin adından da anlaşıldığı gibi kahramanımız Wilbur (Jamie Sives), kendini öldürme çabası içinde. Ancak bu konuda pek de başarılı olduğu söyenemez. İyilik timsali ağabeyi Harbour (Adrian Rawlins), hem babalarından kalma sahaflarıyla uğraşıyor, hem de kardeşi kendini öldüremesin diye ona göz kulak olmaya çalışıyor. Kızıyla birlikte sahafa kitap satmaya gelen sessiz ve çekingen Alice (Shirley Henderson) ise, Harbour'la evlenerek biraderlerin hayatını değiştirecek kişi oluyor.

    İlk başlarda film akıcı bir şekilde sürüyor. "Eh yine güzel bir şeyler izleyebileceğim." derken, ilerleyen dakikalarda hataya düştüğünüzü anlıyorsunuz.

    Alice kardeşlerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra, onda da Wilbur'da da acayip değişimler oluyor. İkisi de daha açık, daha hayata bağlı tipler haline geliyorlar. Ancak Alice bir anda o kadar açılıyor ki film bize, bunun tek sebebinin erkek ihtiyacı olduğunu düşündürtüyor. Bu ihtiyaç giderilince karakter kendini bulabilmiş oluyor.

    Wilbur ise ağabeyine çok minettar, ona inanılmaz bir sevgiyle bağlıyken, ölümden kurtuluşu yengesine aşık olmakta buluyor. Hatta karşılık da görüyor. Tabi ki yasak aşkın (hele yengeyle) cazibesi bambaşka...

    Harbour'un sırrı (ne olduğunu söylemeyelim) ortaya çıktıktan sonra bile, hiçbir şey açıklama ya da davranış değişikliği gösterme eğilimine sahip olmayan ikilimiz; bir taraftan "Ah, zavallı Harbour'u da kırmamak lazım." demekte, bir taraftan da hemen "N'apalım canım? Aşık olduk işte." savunmasını yapmaktalar. Tabii bu esnada da tutarsızlıklarıyla, benim gibi seyircileri acayip derecede kızdırmaktalar.

    Yanlış anlaşılmasın. Ahlâk bekçiliği yapacak biri değilim. Hele bunu filmler üzerinden yapacak, hayal gücünü kısıtlayacak bir tip hiç değilim. Yalnızca, dengesiz davranan; ama bir o kadar da hâlinden memnun, hiçbir şey değiştirmeye çalışmayan karakterlere dikkat çekmeye çalışıyorum. Haydi yasak aşk olur olmasına da Alice, Wilbur ve filmin sonlarına doğru anlıyoruz ki, Harbour arasında öyle garip bir sahiplenme, öyle acayip bir sessiz sözleşme mevcut ki yapılan her şeyi meşru kılıyor.

    Zaten aşıklarımız Harbour'un da onayını aldıktan sonra onları kim tutabilir? Vicdan, diyorsanız filmin son sahnesini özellikle öneririm. Kendi çapında komik, alaycı gibi görünen son sahnenin, mesajı aslında gayet açık: Hiçbir şey (ki buradaki 'şey' pek de hiç değil) kafaya takmaya değmez, aman eğlenelim coşalım, keyfimize bakalım! Bunun yanında bir de "evlenmek ve çocuk sahibi olmak insanı (Wilbur) mutlu eder, intihardan kurtarır" söylemi.

    Bu eğlenme öğüdünü verebilmek için film boyunca duygu sömürüsü yönteminin âlâsı kullanılıyor. Filmden zevk almasanız bile, insan olmanın getirdiği duygusallık potansiyeliyle doğru orantılı olarak, gayet güzel ağlayabiliyorsunuz. Ama filmi beğenmezseniz boşu boşuna bir ağlama oluyor; o ayrı.

    Velhâsıl, yönetmen Scherfig'e İngilizce ve dogma olmayan bir film çekmek yaramamış. İyi anlatıldığı müddetçe konunun basitliği problem değildir; ancak kendisi bu iyi anlatmayı da becerememiş. Ne diyelim? Yeniden güzel bir film çeksin de sevdirsin kendini bize.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top