Devam Eden Heyecan
Yazar: Ali Ercivan2002 yapımı Geçmişi Olmayan Adam (The Bourne Identity), bağımsız sinemanın yetenekli genç yönetmenlerinden Doug Liman'ın elinden çıkma bir aksiyon filmi olarak, Hollywood'un bol efektli ve hep belli şablonlar üzerinden yürüyen büyük yapımlarına karşı ilginç bir alternatif oluşturmuştu. Zekice bir senaryo, doğru dürüst bir dramatik yapı ve derinlikli, yaşayan karakterlerinin yanısıra, teknik bir göz boyamacılığa yaslanmayan görselliğiyle seyirciden de olumlu tepki gören film, Matt Damon'ın bir aksiyon kahramanı olarak inandırıcılığı ve gişe potansiyeli üzerine kuşkularını açıkça dile getirenleri de haksız çıkarmış ve önce vizyonda ardından da DVD piyasasında yılın en başarılı yapımlarından birine dönüşmüştü.
Ortalığın devam filmlerinden geçilmediği bu zamanlarda, Jason Bourne'un ikinci macerasını da bekliyorduk doğrusu; hem de hevesle. Doug Liman'ın yönetmen koltuğunu bırakmış olması üzücü bir haberdi. Ama şimdi rahatlıkla söylemek mümkün ki, yarı belgesel tarzdaki Kanlı Pazar (Bloody Sunday) ile dikkati çeken Paul Greengrass son derece isabetli bir tercih olmuş.
Yine son dönem Hollywood aksiyon filmlerinden farklı (ve birkaç gömlek üstün) bir yapım var karşımızda. Tıpkı ilk film gibi Medusa Darbesi'de (The Bourne Supremacy) efektlere veya ucuz taktiklere başvurmadan, sağlam bir hikaye ve saf aksiyon sunuyor seyirciye. Çizgisini büyük ölçüde takip ettiği ilk filmin görsel yapısını, hareketli kamerası ve dinamik kurgusu ile geliştiren Greengrass, olay örgüsü ve karakterleri arasındaki ilişkileri sağlam bir şekilde kurulmuş senaryosu, teknik altyapısı ve usta oyuncularıyla daha hızlı ve daha şaşırtıcı bir popüler sinema örneğine imza atmış.
İlk filmde sevdiğimiz her şey var bu filmde ve sunum çok daha çarpıcı. Aynı zamanda, ilk filmi görmemiş birinin de rahatlıkla seyredip her şeyi pekala anlayacağı, yani tek başına da ayakta durabilen bir devam filmi. Joan Allen, Brian Cox gibi usta oyuncuların da bulunduğu (meraklısının Lukas Moodysson filmi Daima Lilya'dan hatırlayacağı Oksana Akinshina gibi hoş sürprizler de içeren) tüm kadronun son derece sağlam performanslar verdiği; görüntü yönetiminden kurgusuna, müziklerinden ses tasarımına kadar her açıdan keyifli, birinci sınıf bir popüler sinema örneği.
Robert Ludlum'un, malzemesi soğuk savaş dönemi olan casusluk romanı serisinin sinema uyarlamaları kaçınılmaz olarak yeni bir mecraya yönelmiş ve hafızasını kaybetmiş bir ajanın geçmişinin hayaletleriyle mücadelesi üzerine yoğunlaşmıştı. Fakat köklerinden de fazla uzaklaşmayarak, günümüz Rusya'sında yaşanan politik çekişmeler de filme malzeme ediliyor. Örneğin, ufak isim değişiklikleriyle, petrol devi Yukos ile Putin hükümeti arasındaki güncel ve tüm dünya petrol piyasalarını etkileyen çekişmeler entrikaların arka fonunu oluşturuyor.
Ama bütün bunlar yan öyküler. Medusa Darbesi, neredeyse Wolverine'in X-Men 2'deki arayışını hatırlatır biçimde, geçmişine dair bölük pörçük izlerin peşinden giderek kimliğini çözmeye çalışan bir adamla ilgili bir aksiyon filmi önce. Jason Bourne, geçmişinin karanlık sırlarından dünyanın öbür ucunda bile kaçamıyor ve bir zamanların ABD tetikçisi, sadece kişisel intikamının peşinden koşmuyor, ülkesinin geçmiş politikaları sonucunda acı çekmiş masum insanlardan da özür diliyor. Elbette, bütün bunlar çok insani boyutta ve büyük laflar etmeden aktarılıyor perdeye. Ve zaten Medusa Darbesi'nin başarısı biraz da bundan kaynaklanıyor.