Samimiyetsiz Kişisellik
Yazar: Ertan TunçTek tanrılı dinlerin "aslına rücu etme" diye tabir ettikleri, zamansal dualiteye sahip bir olgu vardır. Öldükten sonra aslen geldiği yere dönmek ve belli bir yaştan sonra geçmişe dönüşler yapmak şeklinde kendini gösteren ikili bir yaklaşımdır bu.
Bu ikili yapının yaşamsal süreç içinde olan kısmı açısından bakıldığında, şu rahatlıkla görülebilir. Orta yaşa ulaşan insanlar geçmişlerini sorgulamaya başlarlar ve kendi kökenlerini tespit etmekte fayda görürler, belki de sırf bu yüzden, geçmişiyle hesaplaşmayı tamamlamış insanlara, yani olgun insanlara peygamber olma fırsatı verilmiştir. Kısacası; kendi ile ilgili olan sorunları halletmiş kişilere, başkaları ile ilgili sorunları halletme görevi verilmiştir.
Neredeyse tüm sanatsal kollardaki ustalar, kırk yaşını aştıktan sonra geçmişleriyle hesaplaştıkları eserler vermişlerdir. Sinema sanatında da; Fellini, Antonioni, Bergman ve daha birçok büyük yönetmen sadece kendi hatıraları üzerine filmler çekmişlerdir. Aslında bu hatıraların ne olduğu insanlar için çok da önemli değildir fakat sanatsal açıdan ehemmiyetli olan, bu anıların nasıl sunulduğudur. David Duchovny de büyük bir cesaretle son derece kişisel bir film çekmiş ve geçmişiyle hesaplaşmış. Kökenlerini, hatıralarını imgelerle de olsa işaretlemiş ve sevenleriyle hayata bakış açısını paylaşmış. Ama Can Dostlar tüm samimiyetine rağmen, sinemasal zafiyetleri nedeniyle, sadece kişisel bir film olarak kalmaya mahkum bir film. Hatta o kadar kişisel ki, sadece Duchovny izlese fena da olmaz.
Day For Night, 8½ gibi önemli kişisel filmlere bakıldığında, sanatçı olma sürecini tetikleyen olayların aktarılış biçimi açısından bir eşsizlik göze çarpar. Fakat Duchovny'nin Tom Warshaw'ın oyuncu olma serüvenindeki olayları ele alış biçiminde bir acemilik, bir güdüklük olduğu gözden kaçmıyor. Bir bisiklet hırsızlığı, bir cinsel deneyim ve parçalanmış aile sendromu, aktarılışları açısından büyük boşluklar yaratan sinemasal ögeler.
Aslında, Pappass ve Tommy arasındaki ilişki ya da bayan Bernadette ile Tommy arasındaki ilişki, güçlü dramatik alt metinlere sahip fakat Duchovny'nin kamerası işin tüm büyüsünü bozmaya yetiyor da artıyor. Hırsızlık olayı, aynanın kırıldığı an, yanlış anlamanın yol açtığı felaket ve annenin ilaç bağımlılığı, daha iyi bir sinemacının ellerinde seyircisini gözyaşlarına boğabilecek bir dramatik atmosferi yakalayabilirdi. Bayan Warshaw'ın hastanedeki sahnesi hariç büyük bir duygusal kırılma noktası taşımayan bir film Can Dostlar.
Greenwich Kasabası'na dönen Tom Warshaw'ın hikayesi, sinemasal eksiklikleri sebebiyle ilgi çekici hiçbir şey barındırmıyor. David Duchovny geçmişiyle hesaplaşıyor, kendisi ile ilgili sorunları hallediyor, hayata bakışını ortaya koyuyor ama izleyicisini hikayenin içine çekmeyi beceremiyor. Ama öncelikle kendisini ortaya koyabileceği bir "ilk film" çekmeye cüret etmesiyle de alkışı hak ediyor. Tıpkı Teoman gibi.
Usta yönetmenlerin son zamanlarında çekmeye cesaret ettikleri kişisel hikayeleri, bireysel hesaplaşmaları ilk filmlerinde ortaya koymalarının önemli bir hamle olduğunu düşünmeme rağmen, büyük bir dürüstlükle itiraf etmeliyim ki Balans ve Manevra gibi Can Dostlar'ın da iyi bir film olmadığını düşünüyorum. O yüzden, yönetmen-yazarlarının kendileri dışında hemen hiç kimseyi ilgilendirmeyeceği, sinemasal açıdan beklentileri tatmin etmeyen, iyi bir oyuncu kadrosunu da araya kaynatan filmleri ikaz etmenin doğru olacağı kanaatindeyim. Duchovny'nin hikayesi de bencilce ve acemice çekilmiş sıradan bir film.