Bir Los Angeles Gecesi...
Yazar: Ali ErcivanMichael Mann'ın 1999 tarihli başyapıtı Köstebek (The Insider), yönetmenin daha sonraki filmlerine hakim olan biçimsel özellikleri de belirleyen bir film oldu. Renk tercihlerinden kamera, kurgu ve müzik kullanımına kadar, yönetmenin sinemasına yönünü veren unsurlar takip eden iki filminde de benzer çizgide görünüyor. Dağınık, odak noktası olmayan Muhammed Ali biyografisi Ali'nin yarattığı ufak çapta hayal kırıklığının ardından, bu kez bir polisiye film olarak tanımlanabilecek Collateral ile sinemalarımızda Mann.
Ancak basitçe bir "polisiye" deyip geçmek yeterli olmaz bu film için. Collateral, polisiye gerilim türünden beklemeyeceğiniz kadar atmosfere dayalı bir film. Şehri de canlı kılan bir atmosfer bu. Ve yeri geldiğinde varoluşsal meseleler üzerine fikir çarpıştıran iki ana karakteri kadar hüzünlü bir atmosfer... Senaryosunda Frank Darabont'un da parmağının bulunduğu Collateral, yönetmen Mann'in ellerinde duygusal açıdan derin, yaşayan bir aksiyon filmine dönüşüyor.
Daha iyi bir hayatın hayalini kuran taksi şöförü Max (Jamie Foxx), arabasına binen kiralık katil Vincent (Tom Cruise) ile reddetme şansının kendisine tanınmadığı bir anlaşma yapar: Gece boyunca, kendisine verilen adreslerdeki kurbanlarına ulaşması için belli bir meblağ karşısında ona yardım etmek durumundadır. Fakat Max, insanların ölmesine seyirci kalabilecek biri değildir.
Yıllardır ilk Oscar ödülünün peşinden koşan Tom Cruise, Denzel Washington'ın şansını döndüren İlk Gün (Training Day) formülünden medet umuyor bu kez de. Fakat sessiz, kontrollü performansına rağmen, rol yaptığı hissini vermekten de kurtulamıyor. Bu da onun, Manolya gibi filmler ile çok yaklaşmış olsa da, oyunculuğunda henüz kıramadığı bir nokta.
Filmin esas yıldızıysa Jamie Foxx oluyor. Mann ile daha önce Ali filminde de çalışmış olan Foxx, bir süredir yetenekli bir oyuncu olduğunu hissettiriyordu zaten. Bu filmdeki performansıyla, Cruise'u bile gölgede bırakıyor. Aslında kimseye haksızlık etmemek lazım. Bu üstünlükte, Max karakterinin filmin esas merkezi, kalbi olması da yatıyor. Yine de Foxx bu filmle, yıl sonunda kendisini En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar ödülünün en iddialı adaylarından biri olarak karşımıza çıkaracak Ray Charles biyografisi'nin Ray'i öncesinde, bizleri potansiyeline hazırlıyor.
Çok sayıda usta oyuncu da bu filmin yan rollerinde karşımıza çıkıyor. Javier Bardem ve Mark Ruffalo bu listenin içinde en akılda kalıcı performansları vermeyi başarıyorlar. Filmin sınırdaki unsuru ise Jada Pinkett Smith tarafından canlandırılan Annie karakteri.
Başarılı bir savcı olan Annie, filmin başında taksisinde yolculuk ettiği Max karakteri için de bir çıkış, kaçış noktası. Fakat öykünün içine dahil oluşundaki tesadüf unsuru, insanı biraz tedirgin ediyor doğrusu. Dramatik yapısının kaderini pamuk ipliğine bağlayan senaryo, seyirciyi kaybetme riskini de almış oluyor. Fakat Max ile Annie arasındaki yakınlaşmanın duygusal boyutu, şüphesiz filmdeki aksiyon unsuruna da çok daha ilginç ve insancıl bir boyut katıyor. Bu yüzden, nazik bir tesadüfle ana örgüye bağlanan bu yan öyküye müsamaha gösterirseniz, yaşanan ölüm kalım mücadelesi çok daha zengin ve heyecan verici hale geliyor.
Ve Collateral'in olduğu şey de bu: iyi işlenmiş karakterleri, usta besteci James Newton Howard'ın bahsetmeden geçemeyeceğim başarılı özgün müzik çalışması ve Michael Mann'in üslubuyla; ikilik, karşıtlık, bir bakıma iyi ve kötü üzerine; belki biraz ileri gidecek olursam, insan hayatını önemsemek üzerine, sağlam ve duygusal bir aksiyon drama... Tadı insanın damağında kalan cinsten...