Alttan Alta Vaaz
Yazar: Ertan TunçÖncelikle şunu ortaya koyalım: karşımızda iyi bir aksiyon filmi var. Yazının amacı ortada ne kadar iyi bir film var sorusunun cevabını bulmak olduğu için, her zaman belli bir düzeyin üstünde oyunculuk sergileyen Voight'e, Keitel'a ve Cage'e değinmeyeceğim.
Yönetmen Turteltaub'un filme etkisi, müzik seçimleri, kurgu ve görüntü yönetimi ortalama düzeyinde olunca asıl irdelenmesi gereken şeyin senaryo olduğu ortaya çıkıyor. İlk olarak senaryonun artılarına değinelim. Filme en büyük katkıyı sağlayan karakter; filmin eğlence dozunu arttıran ve hemen her girdiği sohbetin içinde espri barındıran Riley. Justin Bertha'nın çizdiği Riley tiplemesi hemen herşeyini repliklerine borçlu olduğu için bu başarıyı Bertha'ya değil, senaryoya atfetmem umarım acımasızlık olarak değerlendirilmez.
İkinci büyük artı ise kurguyu yaratan incelikli senaryonun bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi olarak değerlendirilebilir ki bu da filmin sinema salonlarına çektiği/çekeceği insanların yaşayacağı tatmini belirleyecek olan temel etken olarak gözüküyor. Zaten küreselleşen dünyada 21. yüzyıl aksiyon filmlerinin geleceği en az belli bir yerdeki dur-durak bilmeyen bir hıza bağlı olduğu kadar, olayların geçtiği mekanların bırakınız şehirden şehre gitmesine, ülkeden ülkeye hatta kıtadan kıtaya taşınmasına bağlı. Büyük Hazine bu seri kurgu anlayışına fazlasıyla sahip gözükürken kendi içinde bir avantaj daha yaratıyor. Senaryo uzamdan uzama yaptığı salınıma bir de köklü bir tarihe zamansal dalış da ekliyor. İşte bu noktada kimileri için senaryonun avantajı kimilerine göre ise dezavantajı olarak görülen bir süreç filmin içine işlemeye başlıyor.
Filmde Özgür Masonlar'dan Tapınak Şövalyeleri'ne, Amerikan Başkanları'ndan Bağımsızlık Bildirgesi'ne, dinsel eğilimlerden bilimsel buluşlara kadar birçok konuda Amerikan kültürünün Evangelist kökenlerine atıflarda bulunuluyor ve artık iyice sıkmaya başlayan tarihsel, kültürsel ve dinsel referans kodlamaları filme iliştirilmeye çalışılıyor. Önemli binalar, kütüphaneler, tarihsel anıtlar, mekanlar, nesneler ardı ardına beyazperdeye adeta yağıyor. Ve bizler gayet güzel giden bir aksiyon içinde birdenbire, birkaç saniye önce öpüştüğü kızı Bağımsızlık Bildirgesini yakalayacam diye uçuruma bırakan bir Nicholas Cage ile karşılaşıyoruz.
Sadece iyiler kimden oluşuyor şuna bir bakın: kahraman yakışıklı bir erkek (olasılıkla "aradıüı kişi"), aşkı temsil eden onun güzel kız arkadaşı, aileyi temsil eden babası, dostluğu temsil eden arkadaşı, adaleti temsil eden devlet ajanı. Bir tek siyahi bir karakter eksik. Peki bu kadar güzel bir aksiyon bittiğinde aklımızda yaşadığımız görsel şoklar dışında ne kalıyor? Helenistik Avrupa Medeniyeti kökenli bir Amerikan tarihi! Bir aksiyon filmi mi izliyoruz, alt metinden vaaz mı dinliyoruz, tarih mi öğreniyoruz belli değil. Senaryo -bu açıdan bakıldığında- TOEFL sınavlarına dönmüş.
Filmde en azından kahramanlardan biri ölse, ya da kötüler kazansa ya da en azından kaybetmese veya Cage hapse girse ya da seyirciyi şaşırtabilecek bir olay olsaydı daha iyi olmaz mıydı? Bir güvenlik görevlisi öldürülse ya da bildirgeye birşey olsa bile olurdu. Ama şunu itiraf etmeliyim, iyi ki de hazine bulundu. Eğer bulunmasaydı ve ilk odada kalsalardı o zaman eskiden takvimlerin arkasında yazan kıssadan hisselere benzeyecekti filmin vereceği mesaj. Sevdiğin yanında, baban yanında, arkadaşın yanında ve sağlıklısın daha ne istiyorsun, işte tüm hazine de bu değil mi? Kötü olurdu. Yakışmazdı.
Zaten bu ya da benzer bir film, sürekli geciktirilen Kamçılı Adam projesi yüzünden bekleniyordu. Bu film yapıldı, kötü de olmadı. İlle de izlenmesi gereken bir yer varsa orası da kuşkusuz sinema. Filmin maksatlı politik çıkarsamalar ve tarihsel işaretler barındırması çok üzücü ve gereksiz ama filmin yapımcılarına bakın: Bruckheimer, Aviv, Steinberg. Ne bekliyorduk ki? Filmin isminden anlaşılan ve bulunması, farkına varılması, sahip çıkılması gereken büyük ulusal hazinenin sadece değerli maden olduğunu mu?