Beni Orada Arama
Yazar: Zafer İlbarsTodd Haynes, Velvet Goldmine’la glam rock ve David Bowie’yi anlatan sıkı bir film armağan etmişti bizlere. Yönetmen 'Beni Orada Arama' ile de bu kez Bob Dylan’ın hayatına ve dönemine doğru sıra dışı bir yolculuğa doğru çıkarıyor bizleri. Velvet Goldmine ile bu tür bir filmin nasıl altından kalkılacağına dair parlak işaretler gönderen yönetmen bu işin de üstesinden geldiğini kanıtlıyor. Üstelik hayatıyla ilgili detayları çok da gözler önüne sermeyen bir müzik ikonu olan Bob Dylan’ın, hem özel hem de fantastik dünyasında gidip gelen bir kişilikler kadrosu kullanarak sanatçıyı zengin ve renkli bir portre şeklinde sunuyor...
Aslında bu film Haynes’e göre tam olarak Dylan hakkında bir film değil. Gerçekten de bu filme resmi bir biyografi demek imkansız... Dylan’ın yararlanmak isteyen için ilham cümbüşü halinde olan yaşamını sıçrama tahtası olarak kullanmış Haynes ve bir yönetmen olarak daha evvel ispatladığı özgün hayal gücünün sınırlarını yine zorlamış. Haynes’in derdi çok uzun bir döneme yayılmış bir müzikal kariyerin farklı görünümlerini yansıtabilmek.
Dylan’ın kişiliğini oluşturan şair kimliği, müzisyenliği, eylemciliği, kadın yanı, erkek tarafı bu zengin yelpazenin gösterişli parçalarını oluşturuyor. Eski çılgın günlerinden sıyrılmaya çalışan bir günahkar, yollara düşmüş kaçak, zeki ve enerjik bir çocuk, ailesi darmadağın olan bir film yıldızı, ününü ve hayranlarını yok sayarak kendisini kişisel yolculuğuna adayan bir şarkıcı, inzivaya çekilmiş yaşlı bir kovboy Dylan’ı oluşturan parçaları oluşturuyorlar ama aynı zamanda zamansal, mekansal ve kavramsal kargaşalarıyla ’başkaları’ da olup seyirciye kendilerini 'orada aramamaları' gerektiğini anlatıyorlar.
Filmin en ilgi çekici karakteri şüphesiz Cate Blanchett. Dylan’ın androjen yanını canlandıran Blanchett sanatçının en çarpıcı yanını da sergiliyor. Yönetmenin bu rolü bir kadına oynatması çok zekice bir yaklaşım olarak göze çarpıyor. Zira Blanchett’in performansını görünce, bu karakteri bir erkeğin canlandırmasının ne olursa olsun bir taklitten öteye gidemeyeceğini tahmin ediyorsunuz. Öte yandan anarşist şair Rimbaud ile Bob Dylan arasında paralellikler de kuruluyor. Bob Dylan’ın rol modellerinden biri olan Rimbaud’dan alıntılar da yapılıyor. Dylan’ın şarkı sözü yazarlığındaki şiirsellik filme de böylece hakim oluyor.
Farklı görünüş ve ruh halleriyle yansıtılan Dylan kişiliklerinin düzenli bir kompozisyon mantığıyla bir bütünü oluşturduğunu söylemek pek mümkün değil. Aslında bu bilinçli parçalanmışlık, Dylan’ın sanatçı kişiliğinin net olarak tanımlanamayacağı, onun yaratıcı kişiliğinin uçsuz bucaksızlığının farklı bir biçimde anlatımı. Zaten filmin olay örgüsü de kronolojik bir sıra izlemiyor.
Beni Orada Arama son zamanlarda izlemeye alıştığımız formül filmlerden epey farklı bir film. Seyirci için zor bir deneyim olduğu kesin. Dylan’ı az çok bilenler bile filmi izledikten sonra bildiklerinin ışığında farklı yorumlar yapacaktır. Dylan’ı çok iyi bildiğini iddia eden bir müziksever, Dylan’ı yansıtan 6 farklı karakterin hangisinin kafasında yıllardır oluşturduğu müzisyene uyduğunu düşünecek ve aslında bu çabanın sonuç vermeyeceğini kavrayacaktır.
Dylan’ı bilmeyenler ise bu filmi bir şekilde izlerlerse çok fazla bir anlam çıkaramayabilirler. Mesela film Dylan’ın yolundan gittiği Woody Guthrie ve Arthur Rimbaud’un filmdeki varlıklarını anlamlandırabilecek bir ön bilgi gerektiriyor. Sonuç olarak gayet ilham verici bir senaryoya sahip filmimiz söyleyeceklerini biraz uzatmış hissi yaratsa da, her şeye rağmen orijinal ve heyecan verici bir deneme olarak tanımlanmakta tereddüt yaratmıyor.