Hesabım
    Fil
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Fil

    Salondaki <b>Fil</b>

    Yazar: Irmak Koçkan

    20 Nisan 1999'da Columbine Lisesi'nde meydana gelen katliam, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Okulun iki öğrencisi, Eric Harris ve Dylan Klebold, ellerinde silahlar ile okullarına girdiler ve önlerine çıkan arkadaşlarını, öğretmenlerini kurşun yağmuruna tuttular. Okullarda artan şiddet olaylarının en büyüğü buydu ve sinema dünyasının buna el atmaması beklenemezdi.

    2003 Cannes Film Festivali Altın Palmiye ödülünü kazanan Fil, bu konuyu irdeleyen en önemli filmlerden biri. Filmin yönetmeni Gus Van Sant olunca ilk başta bu filmden ne beklemem gerektiğini bilemedim açıkçası. Bir yanda To Die For, Drugstore Cowboy, My Own Private Idaho gibi harika filmler, bir yanda da asla sevemediğim Can Dostum, Psycho gibi yapımlar var. 1995'den sonra çektiği filmlerden izlediklerim bana Van Sant'ın eski günlerini arattı, buna 'farklı' film Gerry de dahil. Gene de Cannes'da kazandığı büyük ödül, bana bu filmi izlemem gerektiğini açıkça gösterdi.

    Portland, Oregon'daki bir lisenin öğrencileri için normal, güneşli bir gün. Okul fotografçısı Elias, diğer öğrencilerin resmini çekmektedir; Nate futbol oynadıktan sonra kız arkadaşı Carrie ile buluşur; John sarhoş babasının arabasının anahtarını alır ve kardeşinin daha sonra alması için ofise bırakır; Michelle kütüphaneye geç kalmıştır; üç yakın arkadaş Brittany, Jordan ve Nicole tuvalette dedikodu yapıp az yönce yedikleri yemekleri çıkarırlar. Okuldan çıkan John, okulda sürekli diğerleri tarafından aşağılanan Alex ve Eric ile karşılaşır, onlardan okula dönmemesi konusunda bir uyarı alır. Birden, o gün, aslında o kadar da normal bir gün değildir.

    Van Sant, minimalist bir senaryo ile, herhangi bir günün nasıl bir anda karmaşa ve kaosa dönüşebileceğini görteriyor. Aslında belli bir senaryo yok ortada. Kamera, çocukların gerisinde onları takip ediyor; koridorlarda, kafeteryada, kütüphanede. Aynı sahneler, farklı karakterlerin gözünden tekrarlanıyor. Bir sahnede John, koridorda ilerlerken Elias ile karşılaşıyor; diğer sahnede bu kez Elias, John ile karşılaşıyor; üçüncü sahneyi ise Elias ile John konuşurken arkadan geçen Michelle'in gözünden izliyoruz. Rashômon'daki gibi bu yöntemin amacı, her bireyin gerçeğinin farklı olduğunu görmek değil, az sonra neler olacağını bilmeyen bu zavallı çocuklara empati duymamızı sağlamak.

    Açıkçası, hiçbir karakterle empati kuramadım, hiçbirine karşı sempati besleyemedim. Van Sant bu filminde, okulu basanların bu işi neden yaptıklarını söylemediğini, sadece olayları gösterdiğini belirtiyor. Gerçekten de Columbine Lisesi Katliamı için medya uzunca bir süre Marilyn Manson ve müziğini, hatta şiddet filmlerini suçlamıştı. Fil'de kesinlikle Marilyn Manson yok, hatta katillerden Alex, piyanosunda Beethoven'dan Fur Elise'yi çalıyor. Peki ya hemen sonra?

    İkili önce bir 'bilgisayar oyunu' oynuyor, şu kazanmak için insanları öldürmek zorunda olunan oyunlardan. Bu sahneye kadar hangi öğrencilerin katliamı gerçekleştirecekleri bilinmiyor, ama artık belli değil mi? İkili 'Nazi' propagandası içeren bir film 'izleyerek', 'internet'ten satın aldıkları silahlarını hazırlıyorlar.

    Ama en vurucu sahne en sona bırakılmış, 'Alex ve Eric beraber duşa girip minik bir öpücüğü paylaşıyorlar'. Bu sahnenin etkisi, Alex'in ilk kez öpüştüğünü vurgulaması ile azaltılmaya çalışılmış, ölüme gittiklerini bildikleri için daha önce yapmadıkları birşeyi yapmak istemişler gibi. Lütfen! Filmdeki tek homoseksüellik ile ilgili sahne bu değil; lisede bir grup öğrenci, homoseksüelliğin görünüşten anlaşılıp anlaşılmadığını tartışırlarken, ikili sınıfı basıyor. Vurgulanmak istenenin "homoseksüellik sapkınlıktır, hatta sonu katliama kadar varır" olmadığını biliyorum, ama diğer sahneler sadece öğrencilerin yürümesi ile ilgili olunca ister istemez bu tür göndermeler dikkat çekiyor.

    Film sırasında kendimi Seinfeld'in The Outing bölümünde hissettim; "tabii 'gay'lik yanlış bir şey olduğu için değil." İşte 'politically correct'(politik olarak doğru) bir film. Van Sant'ın da gay haklarının savunucularından olması bu politikayı iyice gözümüze sokuyor. Madem Van Sant homofobik değil, o zaman tek amacı boşluk olan yerlere homoseksüellikle ilgili sahneleri eklemek mi? Hangi sebeple olursa olsun herşey tekdüze ilerlerken bu konunun yoğunlaşması, dikkati fazla çektiği için beni rahatsız etti. Siz de göreceksiniz ki, filmin içeriğinden çok bu sahne konuşulacak, çünkü göze batıyor. Vahşetin arka plan olarak kalabilme olasılığı, beni filmden uzaklaştırıyor.

    Okuldaki öğrencileri canlandıranlar, o yörede yaşayan çocuklar ve hemen hemen hiç sinema deneyimleri yok. Buna rağmen, harika ve doğal oyunculuklarıyla hiçbiri göze batmıyor. Filmin 'sanatsalsızlığı' ona olduğundan daha gerçekçi bir hava katmış. Görüntü yönetemenliği ise tek kelime ile harika. Aynı sahneleri tekrar tekrar görmemize rağmen, farklı bir rahatlık içinde izliyor insan filmi. Alex ve Eric'i tanımadan önceki bütün bölümlerin izlemesi kesinlikle zevkli, çünkü sonradan olacakları biliyor, ama bir şey yapamıyorsunuz.

    Ama filmin bir de katliam sahneleri var. O zamana kadar görülen doğallık, birden kendini yapaylığa bırakmış. Sanki bir doğa belgeselinden, üçüncü sınıf bir savaş filmine geçiyoruz. Bana göre filmin bütünlüğünü bozan bu sahneler olmasaydı, katliam gösterilmeyip olaylar bir yerden sonra hayal gücümüze bırakılsaydı belki daha çok etkilenirdim.

    Okuldaki kargaşa sırasında yeni bir öğrenci ile daha tanışıyoruz, Benny ile. Filmdeki tek siyahi karakter de kendisi. Peki Benny neden diğerlerinden ayrı tanıtıldı, neden sona bırakıldı? Belki de bu, filmin amacını sergileyen tek hareket. Benny siyahi olduğu için Alex'le Eric'in hedefi oluyor olabilir, ama asıl hedeflerin kendileri ile dalga geçenlerin olması gerekmez mi? İşte bunun nedenini öğrenemiyoruz. Öldürülenlerin tamamı mı şans eseri öldürüldü, yoksa aralarında bilinçli seçilenler de var mıydı? Bir yerden sonra olayların gelişimi hakkında fikrimiz yok, işte burada Van Sant kesinlikle haklı, biz sadece seyirciyiz.

    Film, adını Alan Clarke'ın 1989 yapımı belgeselinden almış. BBC için çekilen belgeselin konusu Kuzey İrlanda'da artan şiddet ve cinayet vakalarıydı. Clarke filmine adını "salondaki fil kadar görünmeyecek bir problem" hakkındaki özlü sözden esinlenerek vermiş. Van Sant'ta kendi filmine aynı adı vermesinin sebebini "Film, çocukların yaşamı etrafında dönüyor; ve onlar daha farklı, daha vahşi bir zamanda yaşıyorlar" şeklinde anlatıyor.

    Zorlu bir film var karşımızda, ama konusu böylesine korkunç olduğu için değil, bazıları için çok uzun ve sıkıcı olabileceği için. Eğer, İstanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali'nde Zero Day adlı filmi izlememiş olsaydım, belki bu filmi yorumlarken daha farklı düşünürdüm. Columbine Lisesi Katliamı'ndan ilham almış bu iki filmi karşılaştırırsak, Altın Palmiye'siz Zero Day kesinlikle çok daha gerçek, çok daha rahatsız edici, ve çok daha etkileyici. Hem de kimse saatlerce yürümüyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top