Ölenle Ölünmez!
Yazar: Murat Emir ErenBir film senaryosu, eğer tarihi veya efsanevi bir olaydan, bir edebiyat eserinden yahut bir bilgisayar oyunundan 'uyarlandıysa' eğer, bahsi geçen eserin bazı hayranları aniden aslan kesiliverir. Sanki kitabı yalnızca onlar okumuş, tarih kitaplarını bir tek onlar görmüş, bilgisayar oyununu yalnızca kendileri biliyormuşcasına filmin tam olarak eseri perdeye yansıtamadığı üzerine bu kişilerce sıkça gidilir. Üstelik filmi beğenmek bir ayıp, bir ihanet atfedilir. Bense, bundan nefret ettiğim için, çok sevdiğim Resident Evil oyun serisinden alınan bu hikayeye ne yapılırsa yapılsın, filme oyunun bir hayranı gözüyle bakmamaktan yanayım... Peki filmi tek başına değerlendirdiğimizde, geçer not alacak mı? O da zor...
Paul W.S. Anderson'un muhtemelen Alien vs. Predator'den kaynaklanan yoğun programı nedeniyle, filmin yönetmen koltuğunda bu kez deneyimli bir görüntü yönetmeni olmasına rağmen, daha önce yönetmenliği denemeyen Alexander Witt oturuyor. Ancak senaryo yine Paul W.S. Anderson'a ait, ekip yine aynı, oyuncular tanıdık ve başrol oyuncusu da yine Milla Jovovich...
Haliyle, 2001 yapımı ilk Ölümcül Deney'de, perdede nasıl bir film izlediysek, onun bir adım ötesinde, berisinde, ya da yanında bir düzeyi Ölümcül Deney: Kıyamet'ten beklemek de hakkımız elbet. Ancak, karşımızdaki filmin, özellikle anlatımındaki sorunları ve fazlasıyla yavan bırakılan senaryosu nedeniyle vasatın üzerine çıkamadığını üzülerek belirtmeliyim. Üzülerek diyorum, zira filme ana malzeme olan hikayenin çok daha yüksek bir potansiyele sahip olduğu aşikar.
Bir defa, -oyunu bir kenara bırakırsak- hikaye tek başına son derece ürkütücü ve temel gerilim unsurları açısından yana bir hayli zengin bir hikaye. Ölülerin dirildiği, dirilerin ölüp ölüp yeniden hayata geldiği acaip bir evrene sahip... Bir şirket (Umbrella), yapılan yanlış bir uygulama, bu uygulamayı bir deneye dönüştürme çabası, üreyen hastalıklı insanlar ve bunların içinde kalmış bir grubun, hatta oyunu temel alırsak sadece bir iki adet sağlıklı insanın öyküsüdür eli topu elimizdeki. Görülüyor ki öykünün başlıca amacı yalnızlık, güvensizlik, tekinsizlik ve korku gibi hisleri ortaya çıkarmak. Bunun için de öykü sükunete ihiyacı vardır. Bu sükuneti, ilk filmin bir kapalı mekanda geçiyor olması nedeniyle Paul W. S. Anderson biraz da mecbur kalarak sağlayabilmişti. Ölümcül Deney, o haliyle büyük eksikliklerine rağmen seyri hoş bir video klip estetiği barındırmaktaydı, amacından sapmamıştı.
Ancak Ölümcül Deney: Kıyamet'e geldiğimizde, filmin yapılış sebebi olan öyküye, adeta bir ayakbağı olarak bakıldığına şahitlik ediyoruz. Çünkü temel hikaye kendini zorla idame ettirirken, filmin yaratıcıları asıl olarak hikayedeki aksiyonun ve bu aksiyondan doğan bir kaç iyi çekilmiş sahnenin üzerine gitmeyi yeğlemişler. Ancak, filmdeki bu aksiyonun, kendilerine ayakbağı olarak gördükleri temel hikayedeki bazı unsurlar sayesinde gerçekleştiğini unutmuşlar ne yazık ki. Bu durumda, ne kadar estetik, ne kadar muazzam olursa olsun, perdede gerçekleşen sahnelerin bir bütünlük oluşturması mümkün değil. Zira olmuyor da, bir komedi filminin en önemli hatası nasıl sıralı skeçler halinde ilerlemekse; böyle bir hikayenin de en önemli hatası, dramatik yapıyı bir yana bırakıp, işi salt aksiyona yaslamaktır. İşte Alexander Witt de, Ölümcül Deney: Kıymaet'te bundan ötesini yapabilmiş değil.
Gerçekten de, filmde özellikle Milla Jovovich'in içinde yer aldığı bir kaç tane çok iyi çekilmiş aksiyon sahnesine, gerilim unsuru olamayacak durumda olsalar da yürüyen ölülerin marifetlerine, yine Milla Jovovich ve Sienna Guillory gibi iki tane gerçekten çok güzel kahramana, kim ve ne olduklarını anlayana kadar mefta haline gelen yan karakterlere ve aralara serpiştirilen espirilere rastlayıp, 92 dakikayı nihayete erdirmek mümkün. Elbette tüm bunların toplamda filmi ileri taşımaktan uzak ve dağınık unsurlar olduğunu unutmayalım. Özellikle görüntü yönetmenliğinden gelen yönetmen Witt'in görsel tercihleri de filmin başlıca sorunu. Filmdeki birçok sahnede kullanılan yerli yersiz mercek hareketleri, kurgudaki zaman atlamaları, sıçramalar ve hızlı kurgulanmış sekansları izlerken, tüm bunların adeta filmi baltalamak isteyen birinin komplosu olduğunu düşünmek dahi mümkün.
Bir kez daha, Paul W. S. Anderson ve şürekasının aslında nasıl bir nimete sahip olduklarını belirtmek gerek. Ve elbette bunu nasıl değerlendiremediklerini... Resident Evil, bir modern efsane olabilecek iken saygıdeğer yapımcılar aksiyonla süslenmiş bir uzun metrajlı klibi tercih etseler de, bizler hala serinin üçüncü devam filminde ortaya bir babayiğitin çıkıp projeyi layık olduğu yere getireceği inancındayız. Şimdilik hikayenin takibi açısından 92 dakikamızı bu filme ayırıyor, filmi tartışmak yerine "Milla Jovovich mi güzel, Sienna Guillory mi" diye zihni anketlere gark oluyoruz... Sonradan hatırlamak için.