Aşkın <b>Beş Kere İki</b>si...
Yazar: Ali ErcivanFrançois Ozon son on yılda sadece Avrupa sinemasında değil, dünya sinemasında da dikkat çeken genç yönetmenlerden biri. Şaşırtıcı bir olgunluk sergilediği Kumun Altında (Sous Le Sable) gibi filmleri dışında; 8 Kadın (8 Femmes) ve Fassbinder uyarlaması Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları (Waterdrops On Burning Rocks) gibi bol renkli, cümbüşlü işleriyle de ismini giderek genişleyen bir kitleye duyurdu. Öyle ki her filmi ülkemizde de vizyona giren, belli ki Türkiye'de de kayda değer bir seyirci kitlesi oluşturmuş bir isim oldu.
Beş Kere İki 5x2, Ozon'un şimdilik son filmi. Bir ilişkinin beş aşamasını sondan başa doğru anlatarak, bir kadınla bir erkeğin evliliğini boşanmalarından ilk tanışmalarına doğru ilerleyen bir kurgu içinde ele alıyor. Tabii yapının özgün olduğunu söyleyemeyiz. Harold Pinter'ın İhanet adlı tiyatro oyununda yaptığından bir farkı yok bu kurgunun. Anlatılan hikaye de benzer temalar üzerine kurulmuş. Fakat bu filmin başarısını azaltan bir unsur değil tabii, sadece bilinmesi gerektiğini düşündüğüm bir ayrıntı.
Ozon, çiftin boşanma evraklarını imzalamasıyla başlayan ve hemen ardından bir tecavüzle devam eden filminde, bir evliliğin nasıl bu noktaya gelebileceğine dair ince bir tasvir sunmaya çalışırken, evlilik kurumunun hatta ilişkilerin aslında zannedildiği kadar sağlam ve kutsal temeller üzerine kurulmadığını da yüzümüze çarpıyor. Yatağınızı paylaştığınız, birlikte çocuk sahibi olduğunuz kişilerin bile tanımadığınız, bilmediğiniz yüzleri vardır. Ve sizin de onlardan sakladığınız...
Fakat işin bir başka yönü de var; sert olduğu kadar, romantik de bir film. Çünkü bu kurgu içinde, o süreç nereye varmış olursa olsun, her şeyin çıkış noktası olan duyguların saflığı ve vazgeçilmezliği fikrini de taşıyor. Aşkın doğuşunun filmin finalini de oluşturması, seyirci için hem salondan bir rahatlamayla ayrılma olanağı tanıyor hem de aşka küsmekten ziyade aşkın yaşanmışlığının her şeye değeceği hissini veriyor. Belki de Ozon, "aşktan kaçınmayın ama doğasına dair de kendinizi kandırmayın" demek istiyor bu filmi ile: "tek eşlilik doğamızda yok..."
Renk kullanımı konusunda ustalığını her filmiyle belli eden yönetmen, bu kez de pek sevdiği mavi-gri tonlarında dolaşıyor. Yine son derece minimalist, hatta bir yönetmen olarak kendi varlığını seyirciye unutturan ustalıkta bir üslubu var. Burada bir tür yabancılaştırma etkisi yaratan tek unsur, sekansları kapatan 60'lı yıllara ait İtalyan pop şarkıları herhalde. Fakat kimi zamanında ülkemizde de çok popüler olmuş bu şarkılar, filmin sert çizgisini de yumuşatıyorlar doğrusu ve temelde aşk hakkında olduğunun altını da iyice çizmiş oluyorlar, hesaplı bir aşırılıkla...
Keşke sekansları Pinter'ın oyunundaki kadar ince ve dile getirilmeyen detaylarla ilişkilendirip senaryosunu daha da zenginleştirebilseymiş Ozon. Fakat bu haliyle bile klişe bir fikirden yola çıkan Havuz (Swimming Pool) ya da eğlenceli ama amaçsız 8 Kadın gibi filmlerinin üstünde bir iş çıkmış ortaya. Son derece gerçek bir film 5x2. İki başrol oyuncusunun, özellikle de oyuncu/yönetmen Valeria Bruni-Tedeschi'nin doğal ve etkileyici performansının bunda şüphesiz payı büyük.
Tek endişem, her yıla bir film sığdırıp aslında Kumun Altında'dan beri de gerçekten heyecan verici bir iş çıkaramamış olan François Ozon'un giderek tipik bir marjinal Fransız sinemacıya dönüşmesi ihtimali. Kendi halinde iyi bir filmden daha fazlasını yapmak için ilk filmlerindeki kadar cesur davranabilmesini istiyor insan. Olgunlaşmak bu tür bir dezavantajı da getirebiliyor bazı yönetmenler için çünkü. Hele ki Fransa'da... Sırada yeni gözdesi Bruni-Tedeschi ve efsanevi Jeanne Moreau ile çoktan tamamladığı Le Temps Qui Reste var. Hadi hayırlısı...