Fargo’nun İzinde Bir <b>Arapsaçı</b>
Yazar: Ertan TunçFargo olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu! Batı toplumlarında izole olmuş kara parçalarına savruluvermenin yarattığı çıkışsızlık üzerine yazılmış, çizilmiş birçok eser vardır. Bu çıkışsızlığı engellemek için suça bulaşmanın konu olduğu filmlerinin içinde, Fargo ve Basit Bir Plan çok özel yerlere sahip. İkisi de film-noir" kökenli olmasına rağmen bir noktadan sonra kara-komediye dönüşüverir, ama bu komediye dönüşme hali kasıtlı olarak monte edilmiş one-liner'lardan (tek satırlık replikler) kaynaklanmaz. Tamamıyla saf ve özgün bir durum komedisidir anlatılanlar. Bu anlamda Arapsaçı, öncülerinin bir hayli başarılı olduğu bir alanda çuvallayan bir film.
Arapsaçı, James M. Cain-vari başlayıp Chandler-vari biten bir film olmasına rağmen komedi anlayışındaki sululuk sebebiyle hangi kaba konması gerektiği belli olmayan, post-modernist bir çabalama olarak nitelenebilir. Komedi mi, dram mı, neo-noir mi derken eciş bücüş bir yapıya dönüşen bir tür polisiye ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.
Collin Friesen'in senaryosundaki eksikliklerin (başta ne olacağına karar verememek gibi), Mark Mylod'un anlatım tarzındaki acemiliklerle birleşmesi durumu daha da vahim bir hale getiriyor. Açılıştaki koşma sahnesi, çöp tenekesi etrafındaki sahneler ve finaldeki vurulma sahnesi yönetmenin yetenek fakirliliğine işaret ediyor. Mylod, Alaska'nın doğa güzellikleri ile yarattığı kaotik yalnızlık duygusu arasındaki zıtlığı yansıtmakta da son derece başarısız. Sigorta müfettişi Ted'in, Margaret Barnell'in kaçıp kurtulma eğilimlerini komediye indirgemek filmin hafiflemesine yol açıyor. Ayrıca Alaska'ya film çekmeye giden bir sinema ekibinin yakın çekimlerde neden sahte kar kullandığını da sormak gerekir.
Margaret'in akıllara seza hastalığının yansımaları, cesedin başına gelenler, deniz kabuğu esprileri, Paul'ün televizyon röportajı, küvet ve duş esprileri Arapsaçı'na zarar vermişe benziyor. Hikayenin ana gövdesi son derece sağlam olmasına rağmen (sigortaya öldüğü bildirilen kardeşin ortaya çıkması), senaryodaki komedi/komiklik unsurları dikkat dağıtıyor. Örneğin, Paul'ün kardeşinin cesedini teşhis ettiği sahneyi ele alalım. Bu sahneden sonra, ilgisi dağılmayan bir seyirci olabilir mi?
Filmin en olumlu yanı ise -hiç kuşkusuz- oyuncu kadrosu. Williams, Hunter, Nelson, Harrelson, Ribisi ve Lohman hem üzerlerine düşeni yapmaları sebebiyle büyük bir haz veriyorlar, hem de böylesine kötü bir senaryoda harcanmış olmaları nedeniyle biraz üzüntüye yol açıyorlar. Özellikle Robin Williams'ın ne denli büyük bir drama oyuncu olduğunu kanıtlayan sahnelere dikkat. Williams; Barnell'in bir tür noir karakteri olduğunu yansıtmakta o kadar başarılı ki, Paul'ün Margaret'a olan aşkını hissetmemek elde değil. Woody Harrelson ise en iyi bildiği rolü oynuyor, hatta oynadığı pek söylenemez. Basından takip edebildiğimiz kadarıyla Harrelson, normal hayatında da perdedeki gibi bir hayat yaşıyor. Bu bakımdan, son derece inandırıcı olduğunu itiraf etmek gerekir.
Arapsaçı; eşcinsel mafya ikilisi ile, kadın kaçırma eylemi ile, büyük bir vurgun yapmak için suç işlemeyi göze alan orta gelirli sıradan aile reisi ile, Kızılderili yan karakteri ile, karlarla kaplı ortamın yarattığı ürperti duygusu ile Fargo'ya sayısız atıfta bulunan bir polisiye. Ama meselenin özünü kaçırdığı bir gerçek. Ne demişler; kötü taklit aslını yüceltir. Fargo iyi, Arapsaçı kötü bir film.