<b>Arjantin Hikayeleri</b>: Yakın Anlamlar
Yazar: Zafer İlbarsPatagonya bizim ülkemizde dünyanın öbür ucu olarak değerlendirilen, Arjantin sınırlarında bir bölge. Ülkemizde adı 'uzaklık' tanımlaması olarak kullanılan bu bölgede geçen Arjantin Hikayeleri, aktardığı naif öykülerle bu uzak bölgeyi oldukça yakınımıza getiriyor. Sıradan ve birbirinden ayrı hayatı olan üç karakterin etrafında devinen film, meraklısı için ilgi çekici sayılabilecek bir yol filmi.
Güney Patagonya'nın ıssızlığı, filmin küçücük dünyaları olan içbükey karakterlerinin yazgılarıyla örtüşüyor. Üç ayrı karakter kendi küçük kaderlerini sırtlanıp yollara düşüyorlar. Artık seksen yaşına gelmiş olan yaşlı adamın yol öyküsü hepsinden ilgi çekici. Ölüme yakın olduğunu hisseden yaşlı adam, hayatın inceliklerine dair son derece anlamlı bir ders veriyor bizlere. Sessiz, iddiasız ve kendi halinde gözüken bu küçücük öykü, aslında filmin temel mantığını yansıtmak açısından örnek olarak verilebilir. Film, seyirciyi silkeleyip adeta tokatlayarak anlam aktarmaya calışan iddialı filmlerin aksine, sıradanlığın ve gizemin farklılığını yakalayıp anlamlı bir fısıltıyla anlatıyor bize anlatacağını.
Seksen yaşındaki adamın, kayıp köpeğinin peşinden yolculuğa çıkması vicdan denen mefhumun ne kadar sarsıcı ve sorgulatıcı olduğunu kanıtlıyor. Kaybolmadan önce köpeğiyle arasında geçen garip kaza yolculuk esnasında ortaya çıkınca, yaşlı adamın film boyunca sergiledigi garip ruh halini tetikleyen gerçeğin ne kadar sıradan ama ne kadar anlamlı olduğu ortaya çıkıyor. Bu anlamda yaşlı adamın öyküsü filmin anlamsal bütünlüğü açısından anahtar konumunda.
Filmin ilginç karakterlerinden biri de seyyar satıcı. Ağır ve dingin ilerleyen filmin tek hareket kaynağı bu karakter. Hoşlandığı dul müşterisinin çocuğuna doğum günü hediyesi olarak bir pasta yaptırıyor. Fakat çocuğun kız mı yoksa erkek mi olduğunu tam olarak bilemediğinden sürekli pastanın şeklini değiştiriyor. Seyyar satıcının filmin yapısına bilinçli olarak uydurulmayan bu değişken ve dağınık hali komedi unsurunu da beraberinde getiriyor. Satıcının gösterdiği çaba da filmdeki ortak noktayı işaret eder nitelikte. Alam yaratma çabası ve bu uğurda yapılan yer yer komik mücadele filme ayrı bir renk katıyor.
Bu üç karakter arasında en sessiz hikayeye sahip olanı ise genç kadın. Film boyunca kucağından duşürmediği bebeğiyle gördüğümüz bu periferi kadını, masumiyeti ve saflığı olanca sessizliğiyle yansıtıyor. Evde yapacak yemek yokken yarışmada kazandığı büyük ödül olan mutfak robotu miniskül yaşantısının kendisi açısından aslında ne kadar işlevsel olduğunu kanıtlıyor. Yarişmada tek amacı mutfak robotunu kazanmak olan şehirli kadının dinmeyen ihtiyaçları ve genç annenin kazandığı ödüle rağmen yansıttığı rahatlık enteresan bir karşıtlık olarak seriliyor gözler önüne. Bazen fazla mal gerçekten göz çıkarabiliyor demek ki. Şehirli kadının tavırları, sahip olma tutkusunun yarattığı gerginliği apaçık aktarıyor.
Her biri umutları, beklentleri ve rüyalarıyla yola çıkan üc karakterin yolu kaçınılmaz olarak birleşiyor. Birleşen yolların donüş yolculuğu, gidiş yolculuğundan daha berrak. Patagonya bu anlamda bizim için muthiş bir ironiye orkestra şefliği yapıyor. Taşıdığı uzaklık barındıran soğuk çağrışımın aksine, sıcacık üç öykünün kesiştiği yakın bir coğrafya gibi gözümüzün önünde olanca sakinliğiyle öylece duruyor. Aslında film icin patagonya harika bir metafor: uzak sandığımız anlamlar, aslında bize cok yakın. Görmesini ve duymasını bilene.