<b>Kral Arthur</b>’un Anlatılamayan Öyküsü
Yazar: Ali ErcivanZaman zaman ciddiye alınma arzusu su yüzüne çıkan yapımcı Jerry Bruckheimer'ın arkasında bulunduğu son film olan Kral Arthur'un (King Arthur) amacı, bugüne kadar hep doğaüstü unsurlar da içeren bir efsane olarak sinemaya malzeme edilmiş Yuvarlak Masa Şovalyeleri öyküsünün son bulgulara da dayanan gerçek versiyonunu anlatmak.
Gerçekten de ortaya çıkan film hiç de John Boorman'ın Excalibur'u gibi bir şey değil. Fakat Kral Arthur her ne kadar teknik açıdan Excalibur'a göre birkaç gömlek üstünse de, bir öykü anlatma sanatı ürünü olarak aynı düzeye yaklaşamıyor bile.
Denzel Washington'a ikinci Oscar heykelciğini kazandırarak, tüm dünyanın gündemini uzun süredir meşgul eden bir sorunsalı çözüme ulaştırmak gibi yüce bir amaca hizmet eden İlk Gün (Training Day) filmiyle dikkatleri üzerine çeken yönetmen Antoine Fuqua, bu filmden sonra nedense gişede batan büyük yapımların yönetmenine dönüşüverdi.
Bruce Willis ve Monica Bellucci'yi biraraya getiren Güneşin Gözyaşları'nın (Tears Of The Sun) ardından bu kez daha da iddialı ama gişede çuvallayan yapım olan Kral Arthur kendisine emanet edilmiş. Yine de suçun sadece Fuqua'da olduğunu düşünmek haksızlık olur.
Ortada popüler olmayı amaçlamış bir film de yok sanki. Efsanenin ardındaki gerçekleri anlatmaya soyunan yapım, savaşlardan ziyade kişilere odaklanmaya çalışmış. Fakat bunu o kadar ucuz ve sıradan yollardan yapıyor ki ciddiye alınması çok zor. Tarihsel açıdansa, Britanya adasının kökenlerine dair birkaç veriyi tekrarlamaktan öteye gittiğini söylemek zor.
İşin hareket kısmındaysa, daha ziyade kargaşa ve gürültü var. Nice görkemli savaş sahneleri izlemiş bir seyirciyi memnun etmek kolay mı artık? Filmin en akılda kalıcı sahnesi olduğunu söyleyebileceğimiz, donmuş gölün üzerindeki muharebenin bile bundan 70 yıl kadar önce usta Eisenstein'ın çektiği Aleksander Nevski'sinde çok daha iyisini bulmak mümkün. Kısacası ne seyirciyi ne de eleştirmenleri tatmin etmesi oldukça zor bir film bu.
Tabii insan en azından başroldeki Clive Owen adına üzülüyor. BMW için çekilen kısa filmlerle dikkatini çeken ve son yıllarda çeşitli filmlerde irili ufaklı rollerde gözüken Owen'ın da gişe potansiyelinin sınandığı bir filmdi çünkü Kral Arthur. Fakat kendisi yeni Mike Nichols filmi Closer ile daha şimdiden bu yılın Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ının en büyük favorisi, yani bu kazayı çabuk atlatacak gibi.
Saatler (The Hours) filminde Virginia Woolf'un kocası rolünde büyük başarı gösteren Stephen Dillane ise Merlin rolünde, tanımakta bile zorlanacağınız bir makyaj altında yine etkileyici bir performans vererek, takip edilmesi gereken bir oyuncu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
İşte hepsi de bu... Elbette beklediğimiz ne İlk Şovalye (First Knight) gibi steril bir pembe dizi ne de Excalibur gibi Freudyen bir masaldı. Bu filmin niyetinin doğru olduğuna da şüphe yok. Yine de sonuç, vasatı aşamıyor...