Kieslowski’den Aşk Üzerine Bir ağıtHani vardır ya; rüzgarsız bir günde ağaçların yaprakları sessiz ve derin bir huşu içine dalarak sanki duran zamana eşlik etmek istercesine hareketsiz ve donuk kalırlar, sanki nefes alıp vermeyen bir gün gibi usulca huzurlu ama dingin bir surete bürünürler, işte kimi zaman bu dinginlik ve zamanın durup yelkovan ve akrebin hareketsiz kılındığı, duygunun içten içe taştığı ama sabitlenen bakışların ürkekliğinde kaybolmaya yüz tuttuğu ve acının, karşıdakinin duyduğu acıya ortak olmak için çekip bedene ve ruha sarmalandığı, her bir karesinden ve o karenin içinde hayatı yaşayan ya da yaşamaya çalışıp her defasında umutsuzluk ile umut arasında sıkışan insanların resmedildiği ve o resmettiği simalar ile bir anda bütünleşip nefes alıp veren bir dokuyu var eden eserler vardır ve bu eserler yalın, inceden işlenen, teni okşayan dokunuşlara eş ruhu okşayan duyguları yansıtır, işte kimi zaman Mavi olup içi acıya boğan, kimi zaman Beyaz olup beyaz gelinliğe mutluluk ile mutsuzluğun karışımı bir ifade katan, kimi zamansa Kırmızı olup sıcaklığınca donmuş duyguları çözdüren kişinin yani Krzysztof Kieslowski’nin kamerasından vücut bulan eserlerdir; yansıtırlar yalın ve bazen karşılıksız bir aşkı, saf ve temiz bir sevgiyi, sonu başlamayan ve sonu gelmeyen bir hikayeyi, bu yansıtışlardan biri ise hiç kuşkusuz; Krótki Film O Milosci( Aşk Üzerine Kısa Bir Film ) olarak belirmekte ve tüm sıcaklığını önümüze sermektedir.Polonyalı yönetmen Kieslowski imzalı bu 1988 yapımı film; aşk üzerine kısa ama aslında bir o kadar da uzun bir deneme olarak, aşkın karşılık beklenilmeden ve art niyet beslenilmeden yürekte belirmesinin ve beslendiği yüreğin kapalı kapılarının bir süre sonra acılarla örülü aşka dair yaralara merhem olup, ardına kadar açılmasının resmi niteliğindedir. Filmde var olan sevgi, sevgiyi duyan kalbin saflığı ve temizliği ile el sürülmemiş bir azizenin kutsallığına bürünmekte, kırılgan yapısı ile kanatılmaya ve kanamaya müsait bir dokuya bürünmektedir. O sevginin yüzeye aksettirildiği karşıda beliren sevilen kişi ise; sevenin sahip olduğu saflığın karşı bir duruşu ya da ifadesi biçimine büründürülmekte. Yaşamın yüreğinden çaldığı ile zamanın ruhundan çekip aldığı düşler, umutlar, aşka dair inançlar ve karşısına çıkacak olana besleyeceği güven, toza karışmaya yüz tutmuş ve ufalarak buharlaşmaya meyleder bir hal almıştır. işte bu savunmasızlık ve çaresizlik içinde debelenen sevginin beslendiği beden, sevgiyi besleyen bedene içinde sönmeye yüz tutmuş aşk ateşini yeniden diriltmek için sığınarak, gecelerinin dinmeye ayazını sonlandırma yolunu seçmiştir.Kieslowski’nin filmin dokusuna yedirdiği ve bir bakıma sadece platonik olarak başlayıp nihayetinde fark edilmeye evirilen aşk, öyle karşılaşılan ve yüz çevrilecek sığlıkta değil, bilakis; o aşkın içinde yer eden farklı duygularla neredeyse bir labirenti andıran karmaşıklıkta ve derinlikte. Aşk nedir ? diye sormamıza kapı aralayan ve bir bakıma anka kuşu misali kendi küllerinde doğdurduğu aşk, Tomek karakteri sayesinde, insanın içine mutluluk katan, gözlerini toz pembe düşlerle boyayıp güllük gülistanlık duygular ile yüreği kaplayan bir duygu olmadığını, tam tersine; sevdiği kişinin sevildiğini bilmeden yanından geçip gitmesi ile her gün yaşanan parçalanmaları, aşkını aşık olduğu kişiye bir türlü söyleyememenin verdiği yılgınlığı, aşık olunanın o aşkı ciddiye almaması sonucunda yaşamdan kopup gitme isteğini ve her aşkın mutlu sonla bitmeyeceği gerçeğinin görülmesini sağlayan; karşılığında bir beklenti dillendirilmeden sadece sevilmeyi ve sevmeyi isteme akabinde bunun karşılıksız kalması gibi, aslında aşkın acı taraflarının da var olduğunu ve bireyi hareketsiz kılıp içinde dinmeyen fırtınaların kopmasına neden olduğunu, açıklıkla ve tüm vuruculuğu ile görmemiz sağlanmıştır. Aşkın duyulduğu kişi olan Magda karakteri ise; Tomek karşısında zıt bir kişiliğe bürünmekte ve duygulardaki yitirilmişliğin resmedildiği bir tuvale dönüşmektedir. Sevgiyi arayan ama onu sadece dokunuşlarda bulup yürekte bulamayan bir kadındır, magda. Beklentilerle beslediği yalnızlığı onun yüreğini katılaştırmış, hiç tanımadığı, varlığından daha önce haberdar olmadığı bir adamın ansızın savurduğu seni seviyorum haykırışını karşısında silkelenerek, kabuk bağlayan kalbinde belki de hissetmediği bir duygunun belirecek olma olasılığına kapı aralanmıştır. Krzysztof Kieslowski, Aşk Üzerine Kısa Bir Film’de insanı huzursuz eden bir sessizliği hakim kılmış ve bu sessizliğin içini insanı esir eden ama onu savurmayıp içine çeken bir gizemi ve çekimi katarak, aşkı tersten okuma yoluna gitmiş ve ortaya çıkan eser, izleyenin başını döndüren yansımalara büründürülerek karamsar ve kasvetli bir geceye evirilmiştir. insan neden ağlar ? sorusunu seyirciye savuran yönetmen, karşılığını yalnızlık olarak yine kendisi vermiştir. Tomek karakterinin üzerinde yoğunlaşılmasının nedeni ise zannımca, tamamıyla aşka dair acı veren detayların yakalanması ve bu detayların realist bir sunum eşliğinde yüzeye taşınmasıdır. Çoğu filmde karşılaşılmayan bir hikaye işlendiği için buradan hareketle; Kieslowski’nin aşkın işlenişine dair kalıplaşan sıradanlığı yıkıp ve işte aşk böyle bir melettir, yeri geldiğinde insanı süründürür ve yeri geldiğinde ölümü bir çıkış ya da kaçış yolu olarak gördürür, diye bilme isteği olarak belirmektedir, bence. Bir yerde ise bireyin kendi içinde ve özelinde sakladığı, dışa yansıtmadığı duygularını, tutku ve isteri kıvamındaki saplantılarını kareye dökmektedir. işte burada Tomek karakterinin ilk başlarda platonik bir seyir izleyen ve araç olarak bir dürbünün kullanılması yollu röntgenlemeye kayan yaklaşımı, yönetmen tarafından insanın zayıf yanı olan karşı koyamadığı arzularının somut bir görüntüsü oldurulmuştur. Burada yapılan ise; bir bakıma özel hayatın ihlalini beraberinde getiren, o özelliğin içine girilip keşfe çıkılması ve böylece insanın psikolojik dokusunda yer eden keşfetme ve gizli olanın gizini çözüp, mahremiyetin merak uyandıran çekiciliğine kapılma zafiyetini resmetmektir. Gerçi filmdeki yapılan masum bir bakıştır, duyulan sevgi esnasında gelişen bir süreçtir ve aşık olunanı uzaktan da olsa sevme ve onu tanıma amaçlıdır, yinede her ne kadar rahatsız edici olsa da.Yalın bir anlatım tercih edilmiştir filmde, kameranın doğallık katılan kullanımı sanki filmi kurgudan çıkartıp gerçek bir yaşamın yaşandığı yaşam alanına evirmiştir. Mekanların kısıtlı ve aydınlığın olanca kapalı olması, karakterlerin kendi sınırları içinde çektikleri mutsuzluğu yansıtmak için yönetmenin bilinçli bir terciği olmuş ve filmin dokusuna hakim olan kaybedişin, iyi bir biçimde betimlenmesi için gri tonlar sadece yüzlere ve bakışlara hakim kılınmamış, aynı zamanda sözcüklere de yedirilme yollu sıradan hayatların, kısılıp kaldıkları duvarlar arasındaki gerçek yüzleri ile resmedilmeleri sağlamıştır. Buraya kadar kendi akışında seyreden film, sonlara gelindiğinde erkek karakterin içindeki aşkın bir kıvılcımla kadın karaktere ulaşmasıyla, bir anlamda farklı bir yola girmiştir. Bu ulaşmaya yol veren ise; tek taraflı dahi olsa duyulan sevgi için acı çekmeyi göze almak ve o sevgi için nefesinden feragat etmek ile gerçekleşmiştir. Karakterlerden birinin yaşadığı acı bir yerden sonra diğerine de sirayet ederek empatiyi aşan ve bilakis o acının tadılmasına yol veren bir rotaya girmiştir. Filmde, filmin üzerine kurulduğu saç ayaklarının yerine tam oturmaması sonucunda azda olsa kısa süreli bir savrulma yaşanmıştır. Karakterlerin birbirine açılma sürecinin beraberinde getirdiği yakınlaşma, bir nebzede olsa sıradanlaşan diyaloglarla ve kısa cümlelerin gölgesinde kalır bir hüviyete bürünmüştür. Ama dediğim gibi kısa süreli bu sıradanlaşma etkisini sarsıcı ve güçlü bir çekime bırakarak, izleyiciyi kısa olduğu söylenen ama yaşanılan karelerdeki insanın içini burkan savruluşlarla uzun ve çaresiz bırakan bir öykünün merkezine çekmeyi başarmıştır. Ama hemen söylenmesi gereken bir şey varsa oda; sinema eserinde heyecan arayan, hareket arayan, sınırsız ve sahte mutluluk arayan, keyifli bir zaman geçirmeyi hayal eden izleyiciler için bu film, ruhsal, psikolojik ve sabretme yönünde bir hayli sarsıcı ve zorlayıcı olacak, büyük ihtimalle popcorn izleyicisi bu filmde aradığını bulamayacaktır. Tabi bunun tam tersi durumda; sinemayı gerçek anlamda özümseyen ve onu sadece keyif alma aracı olarak görmeyen izleyici açısından geçerlidir.Bu filmi seyretmeniz, filmdeki sonu yazılamamış aşkın sonunu yazabilmeniz için benden size önerilmektedir.---- Krótki Film O Milosci( Aşk Üzerine Kısa Bir Film ) ----