Dönem Filmleri Zor İş
Yazar: Ayşegül KesirliBugün hayatta olan hiçbir varlığın hatırlayamayacağı dönemleri konu alan filmler çekmek, bir sinemacının altından en zor kalktığı sorumluluklardan biri olsa gerek. Kimsenin gözüyle görme ihtimalinin olmadığı, herkesin sadece yazılı belgelerle veya bir takım resimlerle tanık olduğu bu dönemler ne kadar iyi tasvir edilirlerse edilsinler, eninde sonunda daima okuyanın veya bakanın hayal gücünde hareket kazanırlar.
Böylelikle bir sinemacı da anlattığı dönemi kendi hayal gücünde nasıl hareketlendiriyorsa, kamerası da nihayetinde onun hayallerinin gösterdiği yönü takip eder. Hele hele de sinemacının anlattığı dönemde olan bitenleri yaşandığı şekilde yansıtmak gibi bir iddiası da yoksa film iyice fantastik bir boyuta taşınabilir. Çikolata ve Çok Özel Haber gibi çalışmalarıyla hatırlayabileceğimiz yönetmen Lasse Hallström de yeni filmi Casanova da her ne kadar dönemin karakteristik özelliklerini hikayenin içine katma çabası içine girse de kendisini tam anlamıyla bahsi geçen fantastik boyutta buluveriyor.
18. yüzyılda İtalya'da yaşamış, anılarını yazarak üne kavuşmuş maceraperest yazar Giacomo Casanova'yı kendisine baş karakter olarak seçen film, dönemin Venedik'ini görsel olarak fena yansıtmıyor. Fakat yer yer karşımıza çıkan fazla ışıklı sahnelerle filmin geneline hakim olan rengarenk görüntüler, bizlere seyrettiğimiz her şeyin hayal mahsulü olduğunu söylüyorlar. Böylelikle Casanova da fantastik bir karaktere dönüşüyor. Zaten hikayenin gidişatı da daha önceden kafamızda görsel olarak oturmuş olan fantastik temayı pekiştiriyor. Bununla beraber öyküye dahil edilmiş bazı tarihsel olaylar bizleri alıştığımız bu masalımsı aşk hikayesine yabancılaştırıyorlar. Engizisyon mahkemelerinden, kendini kadın haklarını savunmaya adadığı halde kitaplarını kendi ismiyle yayınlayamayan bir yazara uzanan dönemsel olaylar zinciri bizleri filmin fantastik kurgusundan uzaklaştırıyorlar.
Bu olayların Aşık Shakespeare'den Düşlerin Efendisi'ne değin birçok tarihsel filmde başarıyla savunulmuş ana temalar olduğu düşünüldüğünde ise ucundan birazcık bahsedilebilecek konular olmadığı, izleyiciye belirli bir gerçeklik duygusu aşılayarak aktarılmaları gerektiği aşikar oluyor. Bu mevzuların filmin fantastik tarafını baltalamalarını bir kenara bırakıp, olaylara bir de ters taraftan bakmayı denediğimiz varolan masalsı aşk hikayesinin tarihsel olayların gerçekliğine gölge düşürdüğünü ve onları inandırıcılıktan uzaklaştırdığını görüyoruz. Doğrusu Lasse Hallström, hem bir dönem filmi yapmaya niyetlenip, hem de görselliğini fantastik öğeler üzerine oturtmaya çalıştığı için dengeyi tutturamıyor Casanova'da. Ortaya birbirini takip etmeyen sahnelerle süslü, romantizmden uzak karmakarışık bir komedi çıkıyor bunun sonucunda.
Bütün bunların yanı sıra film, dönemin Venedik'ini beyazperdeye aktarırken görsel olarak ortalama bir başarı tuttursa da aynı şeyi kavramsal olarak başarabildiğini söylemek zor. Son derecede bohem bir sosyal hayatın sürüp gittiği Venedik, öylesine renkli, öylesine süslü betimleniyor, ilişkilerin yozluğu o kadar fazla vurgulanıyor, Kilise o kadar çok karikatürize ediliyor ki, şehir bir yerden sonra içinde yaşayan herkesin her türlü fantezisinin gerçek olduğu bir mekana dönüşüyor. Doğunun egzotik havası ve gizemi bir batılının hayal gücünde nasıl canlanıyorsa Venedik de aynen bu oryantalist bakış açısıyla resmediliyor. Ve bu görüş filmin ilk anlarında bizlere fazla rahatsızlık vermese de hikayenin devamında daha da belirginleşiyor ve koltuklarımızda huzur içinde oturamamıza sebep oluyor.
Filmde, Venedik ne kadar egzotik tasvir edilmiş olursa olsun, hikayenin içinde yer alan karakterleri canlandırmaları için seçilen oyuncular bu büyülü havayla bir türlü uyum sağlayamıyorlar. Johnny Depp'in Çikolata filminde canlandırdığı karaktere yakın durduğunu söyleyebileceğimiz fantastik Casanova rolünde, Heath Ledger ortalama bir performans sergiliyor olsa da film için tasarlanan karakter Ledger'ın fiziksel görünüşüyle bir türlü bağdaşmıyor. Hatta Francesca'yı canlandıran Sienna Miller'ın arkasında yer alan renkli Venedik fonuyla Casanova'dan daha fazla bir iç içe geçtiğini dahi söyleyebiliriz. Oyuncu kadrosunun en usta ismi Jeremy Irons ise film boyunca en az eforla en iyi oyunu nasıl çıkartabilirim misali bir ruh hali içinde sanki. Bütün bunların toplamı da oyuncular arasında kimyevi bir eksikliğin oluşmasına sebebiyet vererek, Casanova'da taşların bir türlü yerli yerine oturmamasına yol açıyor ne yazık ki.
Günümüzde sıkça çevrilen derinlikten yoksun romantik komedilerden herhangi birinin 18. yüzyıla transfer edilmişi sanki "Casanova". Fantastik öğelerin tarihsel gerçeklikle çatıştığı, ne hikayenin geçtiği mekanı desteklediği, ne de mekanın gücünü öne çıkararak hikayeyi kuvvetlendirebildiği bir film. Zaman geçirmek için ideal olsa da, yüksek beklentilerle izlenmemesi gereken bir yapım.