Bu Ormanda Piknik Yasak
Yazar: Irmak KoçkanNe varsa eskilerde var diye boşuna dememişler. Çoğu korku filmi sever için 70'ler ve 80'ler, izlenmekten bıkılmayacak muhteşem filmlere sahiptir. Şahsen, 90'larda Çığlık ile başlayan teenslasher akımını başlarda sevmiştim, ama hemen ardından Çığlık 2 ve Çığlık 3'ün çekilmesi, daha sonra da benzer konulu birçok kötülerinin vizyona çıkması, beni bu türden de soğuttu. Ah o eski güzel günler diyerek, Sam Raimi'nin örümcekler, Peter Jackson'ın yüzükler ile uğraşmadığı o günleri düşündüm. Sonra karşıma Dehşetin Gözleri çıktı.
Genç yönetmen Eli Roth'un ilk filmi Dehşetin Gözleri, aslında bizde iki yıllık bir gecikme ile gösterime giriyor. Beş genç, ormandaki bir kulübeyi kiralayıp içki, uyuşturucu ve tabii ki seks için minik bir tatile çıkıyorlar. Ve sanıyorum ki hiçbiri The Evil Dead'i izlememiş.
Bu genç karakterlerin korku filmi klişeleri olduğunu söylememe gerek yok herhalde. İyi çocuk Paul (Rider Strong), uzun süreli arkadaşı olan iyi kız Karen (Jordan Ladd) ile ilişkisini ilerletmeye çalışmaktadır. Ateşli çiftimiz Jeff (Joey Kern) ve Marcy (Cerina Vincent) bol bol seksüel aktivite gerçekleştirmek niyetindedirler. Garip Bert (James DeBello) ise tatilini diğerlerini sinirlendirmeye ve eşcinsel olarak nitelendirdiği sincapları vurmaya adamış gibidir. Ancak, oldukça hasta olduğu belli olan bir adam yardım için kapılarına dayanınca tatilleri bozulur. Adama yardım etmek yerine onu yanlışlıkla yakınca, artık eve dönme vaktinin geldiğini anlarlar. Ama içlerinden biri daha hastalanmıştır ve kalanlar sıranın kimde olduğunu merak ederler. Saatler geçtikçe birbirlerine olan güvenleri azalacak, tek amaçları kendilerini kurtarmak olacaktır.
Filmde bir çok gariplik olduğu doğru, öyküdeki açıkların göze çarptığı da. Ama kim yüzde yüz mantıklı bir senaryo istiyor ki? Mesela Paul ile Karen madem bu kadar senelik arkadaşlar, kız hasta yatarken Paul nasıl yorganın altındakileri 'hissetmeye' çalışabiliyor? Ya kurtuldum diye sevinen Jeff neden baştan aşağıya bütün kulübeyi geziyor? Bize açıkça denilmek isteniyor ki, bu filmden beklentileriniz ne kadar az olursa, o kadar zevk alırsınız. Hele bol bol kan bekliyorsanız doğru filmdesiniz.
Roth, garip bir estetiğe sahip filmine garip mizah sahneleri eklemiş. Bazı sahneler o kadar saçma ki, insanı ürkütecek düzeye erişmişler, kesinlikle bir İkiz Tepeler bölümü izliyormuş hissine kapılabilirsiniz. Belki de Roth'un David Lynch'in yanında uzun süre çalışmasının etkisi de vardır. Ayrıca Lynch'in favori bestecisi Angelo Badalamenti de filmi üç tematik parçayla tamamlamış. Filmdeki Lynch etkisi sadece bu kadar da değil, kesilip birleştirilmiş görüntüler, garip rüya sekansları ve bir anda bütün perdeyi kaplayan kırmızı renk. Dramayı ve gerilimi arttırmak için sahneler çok stilize ve etkileyici şekilde çekilmişler. Filmin bir de daha hafif tarafı var; sapkınlık derecesinde partiye düşkün şerif yardımcısı Winston, Eli Roth'un 'cameo'su 'ot' adamı ve tabii ki Bert'ün ilginç deneyimleri.
Filmde görülen hastalık 'et yiyen bir virüs' olsa da, bunun gerçek hayattaki yansımasını AIDS ya da SARS olarak inceleyebiliriz. Hatta bu da bize, filmdeki yerli halkın hastalıklı Bert'e verdiği tepkinin aşırılığını açıklayabilir; AIDS ilk kendisini gösterdiğinde, insanların verdiği tepkiye eşdeğer bir şiddette.
Oyunculuklara gelince, tüm karakterler gayet iyi canlandırılmış. Hiçbir karaktere fazla yakınlık besleyemiyorsunuz, belki bir tek yeni nesil Ash Junior olarak nitelendirebileceğimiz Paul haricinde. Oyuncular çok sık görünen yüzler değiller, bu da bizim için iyi haber, rap yıldızlarını sadece gişe yapsın diye korku filmlerinde görmekten bıkmıştık.
Filmin en sevdiğim yanı, eski filmlere yaptığı göndermeler oldu. Eli Roth'un da filmi çekerken çok eğlendiği gayet açık. O kadar çok kaynak var ki, bir çok korku ögesini bir arada kullanmış Dehşetin Gözleri; orman içindeki korkunç bir kulübe (The Texas Chainsaw Massacre, The Evil Dead) ve çabuk yayılan salgın hastalıktan (Night of the Living Dead); genç kahramanlar (Elm Sokağında Kabus, Halloween) ve korkunç ölümlere. Normalde, korku filmi klişeleri seyircinin önceden bilgisi varmış gibi kullanırken, burada gözümüze sokulurcasına açıklanmış, bu da bir bakıma kurnazlığın eksikliği olarak görülebilir, ama filmin eksikliklerden beslendiğini de unutmamak lazım.
Roth'un film sonunda Night of the Living Dead'e yaptığı açık gönderme biraz fazla kaçmış, o filmdeki etkiyi burada yaratamamış. Ancak daha sonra minik bir "zenci" şakası ile durumu toparlıyor gibi. Bu türü sevenler için, korku sinemasını altüst edecek bir film değil belki, ama şimdiden kült statüsüne yerleşmeye aday. Bir de, filmi beğenseniz de beğenmeseniz de, "pancakes" diye bağırıp muhteşem kung-fu figürleri sergileyen Dennis'i asla unutmayacaksınız.