Hesabım
    Kayıp Hayatlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Kayıp Hayatlar

    <b>Kayıp Hayatlar</b>’da Kaybolmak

    Yazar: Orkan Şancı

    Ününü büyük oranda Tehlikeli İlişkiler adlı tiyatro oyunu ve aynı adlı film senaryosuna borçlu bir isim Christopher Hampton. Ülkemizde de gösterilen Sessiz Amerikalı için uyarladığı senaryo sayesinde ise ününü duymayan kalmadı; bu adam dönem filmlerinden anlıyor...

    1976-83 yılları arasında Arjantin'deki "Kirli Savaş"ta 30 bini aşkın sivilin kaybolması filmin temasını oluşturuyor. Cuntanın, yönetimi sivillere terk etmeden önce bu katliamların izlerini silmesi ise bu ve benzer filmlerin yapılma, kitapların yazılma nedeni. "Geçmişimize bakmalı ve hatırlamalıyız" diyor senarist/yönetmen Hampton, "bunu yapmak zorundayız çünkü bunu borçluyuz" diye devam ediyor. Yaklaşım takdir edilesi fakat Hampton'ın dikta rejimi altında yaşanan acıları muhteşem bir dille anlatan Bille August'un Ruhlar Evi filmini izlemediği kesin. Üstelik o filmin oyuncuları arasında Antonio Banderas da bulunuyordu. Hampton kötü bir reji sergilediği gibi bu kez uyarladığı senaryo da iyi değil.

    İspanyol Banderas, Arjantin'de bir çocuk tiyatrosu yönetmeni ve kendi halinde bir aile babası olan Carlos Rueda'yı oynuyor. İngiliz oyuncu Emma Thompson, Rueda'nın gazeteci eşi Cecilia rolünde. Cecilia, ülkede sayıları giderek artan kayıp siviller ile ilgili yazıları yüzünden yakalanıyor ve benzer akıbete uğruyor. Film, Carlos'un karısının izini bulmaya çalışmasını ve bunu yaparken keşfettiği mucizevi gücü sayesinde benzer durumdaki kayıp yakınları için bir umut haline gelmesini anlatıyor. Zaten senaryoyla ilgili ilk kötü işaret filmin tanıtım bültenlerinde yer alan bu ifade. Carlos'un bu güce sahip olmasının filme yarardan çok zararı var. Gözaltında yaşananları perdeye aktarmak için Carlos'un garip gücüne ihtiyaç yok ki. Üstelik Carlos'un kayıp yakınları için ne tür bir umut kaynağı olduğu da tartışmalı. Carlos, geleceği hatırlayıp bazen katliam haberleri verdiği için bir umut kaynağından çok, her an patlayabilecek bir tür bomba sanki.

    58 yaşındaki Portekiz doğumlu yönetmen filmine Kırmızı Değirmen ile ilgili yazımın girişinde de değindiğim Orfeus miti ile başlıyor. Kırmızı Değirmen'in orijinal sitesinde de yer alan ve filmle bütünleşen mit, bu kez karşımıza bu dönem filminde çıkıyor. Çıkıyor da, çıkmasa daha iyiymiş sanki. Film kendisini ve duygusallığını o kadar ciddiye alıyor ki, Orfeus miti'nin Tanrılar'ın affını da kapsayan bu çeşitlemesi bile heba oluyor. Ele aldığı konunun önemi nedeni ile duyduğumuz sempati o dakikaya kadar çoktan kaybolduğu için mitin iyimser çeşitlemesi bile finalde kurtarıcı olamıyor. Üstelik, mitten güç almaya çalışan final kurgusu da kötü.

    Ünlü yönetmen Robert Bresson bir keresinde "film çekmek son sözü söylemek değildir, ilk hazırlıkları yapmaktır" demiş. Bu açıdan Hampton'ı ele aldığı konunun önemi ve bu konuda bir şeyler söyleme gayreti nedeni ile kutlamak gerek. Ama senaryosundaki sorunlar ve yönetimi bütün bu çabayı gölgeleyecek denli kötü.

    Final ile devam edelim. Thompson'un penceredeki çekimi, çekim planı doğrultusunda kuşkusuz farklı bir zaman diliminde gerçekleşmiş. Ama Hampton bunu perdede hissettirmek istermişcesine bu sahneyi kötü çekmiş. Thompson'un kim bilir kaç tekrardan sonra düşen suratına sanki aldırış etmemiş. Bu nedenle de Thompson'un bu sahnedeki gözlerine baktığımızda Cecilia'nin sevinç dolu bakışından çok, İngiliz oyuncunun "hadi artık yeter bu kadar tekrar" hissiyatını görmek mümkün.

    Hampton bazı sahneleri kötü çekmeyi alışkanlık haline de getirmiş. Yeşil otomobiller ile kötü Türk filmlerindeki gibi gelen eli silahlı tiplerin, toplantı yapılan yerleri basıp insanları götürme sahneleri örneğin. Carlos sahip olduğu çocuk tiyatrosunun imkanlarıyla bile bu sahneleri daha iyi çekebilirdi.

    Kayıp hayatları hatırlatmak iyi güzel de ya filmde kaybolanlar ne olacak? Banderas'ın aksayan performansı fazla göze batmıyorsa bunun tek nedeni diğer oyuncuların zayıflığı. Tecrübeli Banderas, bakış teknikleri ile ve bıraktığı sakalın yardım ettiği görüntü değişimi sayesinde durumu ucu ucuna kurtarıyor. Ruhlar Evi'ndeki Banderas'tan burada eser yok. Neredeyse her planda görünmesine rağmen, oyuncuya oynayacak alan tanınmamış. Sahnelerin girişine "akşam, iç çekim ve Banderas" yazılıp bırakılmış sanki. Carlos karısı için birşey yapamadığı için film boyunca kahroluyor. Ya Banderas? O da her sahnede görünüp hiçbir şey yapamadığı için dağıtıyor. İspanyol aktör senaryodan ve yönetmenden bazen öyle sıkılıyor ki alıyor eline gitarı, çalıyor aklına estiğince...

    Senaryo Oscar'ı bulunan Emma Thompson'ın oyunu konusunda ise söylenecek olumlu bir nokta yok. Cecilia karakterinin kötü çizilmiş hatta çizilmemiş olması bir yana, Thompson oyunculuğun temel taşı olan, "inandırıcı olabilme" konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bir Latin ülkesi vatandaşının şivesi ile İngilizce konuşmaya çalışması da durumu kurtarmıyor. Oyucu şeçimi hatası yüzünden Banderas'ın eşi gibi de durmuyor; ondan sadece 1 yaş büyük olmasına karşın. Ama medyadan biliyoruz ki Banderas kendinden yaşça büyük kadınlara aşık olma konusunda tecrübeli.

    Gözden kaçan noktalar ve özensizlik o kadar fazla ki...Örneğin filmin afişinde Banderas'ı sakalsız, Thompson'ı da bakımlı ve fön çekilmiş saçları ile görüyoruz. Oyuncuların filmdeki giysileri ve görünümlerinin dışında resmedildiği bir afişe daha önce rastlamamıştık.

    Konu önemli evet ama işte bazen anlatılar kağıtta durduğu gibi durmuyor. Hampton'un performansı filmin düşündürmek istediği konuları gölgeliyor. Venedik Film Festivali izleyicileri biraz ileri gidip bu filmi yuhalamışlar gerçi ama, katliama uğrayan sivillerin hatırası için biz affedebiliriz belki...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top