Hesabım
    Hesaplaşma
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Hesaplaşma

    Yine Hesaplaşamadık!

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Philip K. Dick’in, bilim kurgu edebiyatının gözdelerinden olan edebi mirasını sinemaya aktarma çabaları şüphesiz heyecan verici. Ve fakat Blade Runner ve değeri zaman içinde daha iyi anlaşılan Total Recall gibi ilk denemeleri dışarıda bırakırsak, özellikle son dönemde uyarlama girişimlerinin can sıkıcı bir hal almaya başladığına şüphe yok. Steven Spielberg, yazardan uyarladığı Azınlık Raporu ile yazara özgü temaları kendi sinemasına taşımış ve en azından Hollywood kuralları içinde eli yüzü düzgün bir film çıkarmayı becermişti. Fakat Hesaplaşma, son derece dikkat çekici öyküsüne rağmen, senaryosundaki sorunlar nedeniyle, iyi başlayan ama yönetmenine rağmen ortalamanın biraz üzerinde bir aksiyon gösterisiyle devam eden sıradan bir bilim kurguya dönüşüyor. Üstelik, Azınlık Raporu ile olan dikkat çekici benzerlikleri, aynı kaynaktan beslendiği bilinmesine rağmen kesinlikle özgünlüğüne zarar veriyor.

    Dick’in son dönemdeki beyazperde maceralarından birisinin de Impostor olduğunu hatırlatırsak, genel sorun daha da iyi anlaşılacaktır. En azından Charlie Kaufman tarafından senaryolaştırılan ve yakında bir yönetmene teslim edilmesine kesin gözüyle baktığımız A Scanner Darkly’nin bu şanssızlığı sona erdirmesini dileyelim.

    Hesaplaşma, henüz bir proje olarak ortaya atıldığında oldukça heyecan yaratmıştı. Bir Dick öyküsünün Amerika macerası parçalı bulutlu giden John Woo tarafından çekilecek oluşu, şaşırtıcı ama aynı zamanda heyecan vericiydi. Özellikle yönetmenin Face Off’ta gösterdiği performansı düşününce, bir parça heyecanlanmak da anlamsız olmasa gerek. Üstelik yönetmenin bu film sonrasındaki çalışmaları da tıpkı son dönem Dick uyarlamaları gibi tatmin edici olmaktan oldukça uzak. Woo’nun bilim kurgu öyküsünden bir aksiyon filmi çıkarabileceği hesaba katılsa da, yazara özgü derinlikleri koruyabileceğini düşünmüştük. Fakat işte bu noktada senaryoya oldukça iş düşüyordu ve Lara Croft Tomb Raider: Yaşamın Kaynağı filminin de senaryosuna imza atan Dean Georgaris, maalesef oldukça heyecansız bir senaryoya imza atmış.

    Aslında Hesaplaşma oldukça ilginç bir öyküden besleniyor. Bir kere Dick’in kurguladığı, hafızasını kaybedecek olan bir adamın geleceği görmesi ve silinme işlemi gerçekleştikten sonra, daha önce hazırladığı bir zarftaki eşyaların peşinden unuttuklarını keşfetme çabası filmi bir noktaya kadar sürüklemeyi de başarıyor. Fakat bu merak uyandırıcı keşif, Ben Affleck’in ruhsuz oyunculuğunun da yardımıyla, tüm ilginçliğine rağmen bir süre sonra sıkıcı bir deneyime dönüşüyor. Öykünün belki de en önemli amacı olan geleceği görebilme yeteneğinin yol açabileceği sorunlara dair kehanetler ise, ciddi bir şekilde ele alınmadığı için, etkileyicilikten uzak, yapıştırma birer Hollywood mesajına dönüşüyor. Başka bir senaristin elinde nefes kesici bir gerilime dönüşebilecek olan keşifi sonlandıran ise, filmin yeni adına uygun hesaplaşmanın başladığı aksiyon bölümleri oluyor. Ki bu bölümler de kesinlikle bir aksiyon yıldızı olmayan Ben Affleck’in yuvarlanan büyük bir kayayı andıran performansıyla klasik Woo aksiyonunun çok gerisinde. Ve sonuçta ortaya, senaristinden yönetmenine ve hatta başrol oyuncusuna, heyecansız bir şekilde yaratılmış bir iş çıkıyor.

    Şüphesiz bilim kurgu filmlerinin mutlaka bir gelecek tasarımı ortaya koyması gerekmiyor. Zaten bu, Philip Dick’in öykülerinde hiç bir zaman birincil bir amaç olmamıştır. Film, aslında yazara özgü bazı temaları ortaya koyarak, türün çok da dışına çıkmıyor. Bu anlamda Woo’ya işin aksiyon tarafına ağırlık verip, bilim kurgu boyutunu atladığı gibi bir eleştiri getiremeyiz. Fakat sorun her iki türün de filmde düzgün bir şekilde hakkının verilmemesi. Son dönemde sinemanın favori temalarından birisi olan hafıza kaybının, geleceği görebilme konusuyla birlikte ele alınması aslında oldukça ilgi çekici. Fakat ne yazık ki, hem kehanet esprisinin bir kenara atılması hem de mühendisin öyküsünün, merak duygusunu ayakta tutacak bir şekilde ele alınmaması filmi oldukça zayıflatıyor. Son noktayı koyması beklenen hesaplaşma ise, Woo’ya rağmen, kiralık sıradan bir yönetmenin de ortaya koyabileceğinin ötesinde olamıyor.

    Filmin yine de bazı hoş sürprizleri yok değil. American Splendor’ın son derece başarılı Harvey Pekar’ı Paul Giamatti, bir görünüp bir kaybolsa da, en azından birilerinin işini ciddiye aldığını ve rol için doğru bir seçim olduğunu gösteriyordu. Uma Thurman ise filmdeki karakterinin tam olarak ne şekilde yer almasına karar verilemediğinden olsa gerek, karşımızda Rachel Porter olarak bulunmasına rağmen, yorgun gözlere kılıcını aratıyordu. Filmin sonundaki büyük ikramiye esprisi ise klasik bir Hollywood dokunuşu gibi gözüküyor. Geleceği görebilen mühendisimizin kendisine hazırladığı bu yüklü sürpriz, filmin yaratıcılarının da esas amacı olsa gerek. Ama hem Woo sineması açısından hem de Dick uyarlamaları arasında pek bir değerinin olmadığına şüphe yok.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top