Ben Şeytana İnanmam!
Yazar: Murat Emir ErenHristiyan mitleri üzerine kurulu filmlerin ortak özellikleri vardır. Bunlar kimi zaman rahatsız edici durumlara yol açabilirler. Neler mi:
-Genellikle bu filmler korku ve gerilim ögelerine yaslanan filmlerdir. Korku ögesi ise Tanrı değil, Şeytan'dır.
-Bu filmlerde her zaman pozitif bilim ve mahdumları geri kafalı olarak tasvir edilir. Din ve dini objeler, şeytanın varlığı gibi kavramlar kimsenin bilmediği inanmadığı "modern düşünceler" gibi sunulur..
-Her zaman inançsız olanlar ibret olsun diye kaybeder, inançlı olanlar kaybetseler de cennete gideceklerinden kazanırlar.
-Din, içine girilemeyen bir korku ögesidir.
Constantine'in ilk bakışta verdiği izlenim de bu ögeler ile yoğrulmuş koca koca bütçeli, bol yıldızlı, iyi karakter oyuncularını toparlamış sıradan bir büyük prodüksiyon olduğu. Özellikle çizgi romanın yayımlanmadığı bizim ülkemizde bu çok da normal. Madem çizgi roman bizde yok, biz de elimizdeki filme bakalım. Çizgi romanı yazıya hiç bulaştırmayalım...
Yukarıda saydığım özelliklere göre incelediğimizde Constantine'in ayrıştığı bir çok yönü var. Evet, Constantine fazlasıyla karanlık, zaman zaman geren hatta ürküten bir yapım. Bununla beraber, mizahi ögeleri, çizgi roman trüklerine uygun karakterleri ve ele aldığı meseleye olan hınzır bakış açısını hiç elden bırakmayan bir film. Keanu Reeves'in artık senaryo seçmeyi, hatta rolüne cuk cuk sesleri çıkartmak suretiyle oturmayı adet edindiğini ispatlayan Constantine, bir yönetmenin ilk filmi olarak oldukça şık duruyor. Jeneriğinden, kapanışına kadar kendini hissettiren şahane prodüksiyon tasarımı da klasik manada artık hiçbir şey vermeyen, umut vaad etmeyen dini temalı gerilimlerin kayması gerektiği mecrayı belirtiyor.
Kuşkusuz Constantine'in en önemli özelliklerinden biri de, şeytani ağırlıklı tür filmlerinin bir çoğuna hem çok benzemesi, hem de hiç benzememesi. Her şeyden önce, dünyanın Hristiyan olmayan geri kalanını ve Hristiyanların da bir çoğunu rahatsız eden şu "kimse bize inanmıyor" mavalını okumuyor. Hatta bununla müthiş bir şekilde dalga da geçiyor. Zira filmde Rachel Weisz'in oynadığı Angela'nın Keanu Reeves'e söylediği "ben şeytana inanmam!" sözleri ve Reeves'in onu inandırma çabası ilk bakışta insanı "yine mi klişe, yine mi kör gözüm parmak!" diye düşündürse de, sonrasında Weisz'in bunları sırf kendi kaderinden kaçmak için sarfettiğini, haliyle yalan söylediğini anlıyor, ters köşelere yatmak suretiyle haklı bir gol yiyoruz.
Filmin erdemlerinden biri de, tüm bir dini gerçekliği alıp fantastik bir dünyanın içine yerleştirmesi. Yani diğer çizgi romanlarla kıyaslayacak olursak, Şeytan'ı bir nevi Kingpin, Constantine'i Demir Adam, Örümcek Adam vesaire, Angela'yı bir Lois Lane ya da Mary Jane, Gabriel'i (Cebrail), Rahip Henessy'i ve Midnite gibi karakterleri de bu tip hikayelerdeki yan iyiler ya da kötüler gibi görmemiz mümkün. Hatta Tanrı'sal güçleri ve Tanrı'yı bile. Tamamen eski bir mitolojiyi kullanarak onlardan yeni bir mitoloji üretiyor film. Gerçekçi olmak, yahut tabuları devirmek gibi bir kaygı taşımıyor. Bu da cüretkar bir film olmasını, en nihayet iyi bir seyirlik olmasını sağlıyor...
Ayrıca film, bir çok açıdan tanıdık olan Şeytan'ın oğlu Damien'ın dünyaya gelme çabasına yer verirken, bunu engellemeye çalışan Constantine'in yardım aldığı kişi de filmden alınan zevki üç katına çıkarıyor. İroninin ve basmakalıpların dışına adım atmanın dibine vuruluyor... Haliyle kim iyi kim kötü kim kazandı kim kaybetti gibisinden bir tartışmaya girmiyorsunuz bile. Zira ana karakterimiz Constantine, zaten bir faninin gidebileceği en kötü yere, cehenneme çoktan gitmiş de gelmiş bile...
Haliyle, dini öteki tarafla muhabbet edilen, kendisinden korkulmayan bir öge olarak ele alışı, adeta Şeytanla okey oynayıp, meleklerle barbut atabilecek samimiyette bir adamı anlatışıyla Constantine son zamanların en kayda değer dini içerikli filmlerinden biri. Daha ne olsun?