Hesabım
    Tatlı Cadı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Tatlı Cadı

    Hokus Pokus!

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Televizyonla büyümüş her kuşağın anılarında her hafta yayınlanan unutulmaz dizilerin izlerine rastlanır. Çocukluğumuz kutsaldır. Çünkü o anları yaşayanlar, bizler değilmişçesine, gerçekliklerini yitirecek kadar uzağımızdadırlar. Başka birilerinin onlara dokunması, değiştirmeye çalışması bizleri inanılmaz sinirlendirir. Çünkü anı denen şey, telif hakları sadece bizim elimizde olan, hoşumuza gitmeyen kısımları çıkarıp attığımız koskocaman bir prodüksiyondur. Bizler bu oyunun yönetmenliğini yaparız.

    Tatlı Cadı (1964-1972), aynen bu şekilde hafızalarımızda yer etmiş, çocukluk anılarımızla karışmış biz dizi. Ve bu dizinin yeniden çevrimi sıfatı yapıştırılan her hangi bir filmin bir anda hoşumuza gitmesi sanırım pek de mümkün değil. Bu yüzden de Nicole Kidman'lı, Michael Caine'li Tatlı Cadı(2005) daha vizyona girmeden seyircilerin ön yargısı ile karşı karşıya kalıyor. Ancak Tatlı Cadı söylendiği gibi bir yeniden çevrim değil. Sadece ana teması Tatlı Cadı üzerine kurulmuş bambaşka bir hikaye.

    Çekilmeye başladığı dönem itibariyle politik olarak önemli bir alt metni beraberinde getiren bizi dizi Tatlı Cadı. 50'li yıllarda televizyonda yayınlanan dizilerde yüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde korseli, incecik belleriyle evlerinde oturup, kocalarına hizmet eden, çocuklarına bakan karakterler, kadınlara erkeklerin önünden çekilip, iş yaşamından uzak durmaları gerektiği mesajını veriyorlardı. Bu kadınlar öylesine mükemmeller, öylesine evlerine bağlı, kocalarıyla öylesine muhteşem ilişkilere sahiplerdi ki resmen ideal olanın birer temsilcileriydiler.

    Ancak gerçek yaşam böyle değildi. Kadınlar evlerinde kocaları ile kavga edip, yemekleri yakıp, bütün hayatlarını berbat eden hatalar yapıyorlardı. Bunları düzeltmek ise bazen imkansız oluyordu. Tek istekleri parmaklarını şıklattıkları anda her şeyin eski haline dönebilmesiydi. 60'lı yılların ortalarında ise Tatlı cadı Samantha ortaya çıktı. Ve kadınların bu isteklerini bir anda yerine getirdi. Belki de sadece sevdiği adamın kendisini eksik hissetmemesi için ondan üstün özelliklerinden vazgeçmeye çalışan bir kadının tüm kusurları ile gözler önüne serildiği bir diziydi Tatlı Cadı. Ailesine karşı çıkarak sevdiği adamla evlenmiş, kişisel becerilerine ket vurarak sadece "normal" olmaya çalışan bir kadının öyküsüydü. Böylelikle Samantha, yaptığı hatalarla ne kadar gerçeğe daha yakın bir kadın karakter olsa ya yine olması gerekeni temsil etmekten ve kadınlara ders vermekten uzak duramıyordu.

    Bu yönden bakıldığında Tatlı Cadı'yı tasarlarken Nora Ephron'un asıl amacının eskiden çekilmiş bir dizinin film versiyonunu yeniden yaratmak yerine, sadece onun alt metninde yatan felsefeyi günümüz dünyasına uyarlamak olduğu kolayca tahmin edilebilir. Tatlı Cadı kimliğinin temsil ettikleri düşünüldüğünde, esas meseleyi anlatmak için öyküde kilit bir görev üstlenmesi kaçınılmaz gibi. Nitekim filmdeki ana karakter Isabel, parmağını şıklattığı anda her istediğine kavuşabilecek bir kadın ve tek isteği ise içinde yaşadığı sistemden uzaklaşarak sadece "olması gerektiği gibi normal" olmak...

    Normal olmak pahasına, hem çok güzel, hem de doğası gereği olağanüstü güçlere sahip Isabel kendisine gerçekten ihtiyacı olan, yardım edebileceği bir erkeğin arayışındadır... Ve kendisine ihtiyacı olduğuna inandığı, her şeyini kaybetmek üzere olan yeteneksiz bir aktör Jack Wyatt'a hemen aşık oluverir. Ancak Jack'e yardım edebilmesinin tek yolu, kendi yeteneklerini kısıtlayıp göz ardı ederek, onun egosunu beslemektir. Ve bu Isabel'in atladığı ve fark etmesi gereken en önemli ayrıntıdır.

    Isabel, bu durumun farkına vardığı anda işler karışmaya başlıyor. Kişisel yeteneklerini kullanarak, isterse Jack'i bir anda tarihin tozlu sayfaları arasına karıştırabilecek bir kadın Isabel. Ancak bunları kullanmaktan çekiniyor. Çünkü bir kadın olarak belki de bilinçsizce daima kafasındaki o ideal kadına, erkeği için her şeyden vazgeçebilecek Samantha'ya ulaşmak istemektedir. Bu yüzden de başına gelen en ufak terslikte hep sorar: Samantha, benim yerimde olsan ne yapardın? Ancak olmak istediği kadının sadece televizyon gerçekliğine ait bir figür olduğunu kabul edemez. Dönüşmek istediği kadın sürekli "normal" olmaya çalışan rahatsız edici şekilde fazla mutlu ve fazla aşık biridir. Bir süre sonra televizyon ve gerçek dünya Isabel'in hayatında iç içe geçer. Ve belki de bu yüzden kim olduğunu bile anlayamaz hale gelir.

    Nora Ephron yine yapacağını yapıyor. Kurguladığı hikaye tam bir romantik komedinin olması gerektiği gibi, yüzümüze hafif bir gülümseme kondururken, aynı zamanda içimizi acıtıyor. Filmde, izleyiciyi en rahatsız edebilecek şey ise seçilen oyuncuların karakterlerle ve birbirleriyle gereken uyumu sağlayamamaları...

    Teker teker bakıldığında oldukça başarılı performanslar sergileyen ekibi bir bütün halinde algılamak seyirciyi biraz zorlayacak gibi. Ne kadar iyi bir oyunculuk sergiliyor da olsa Nicole Kidman'ın, Ephron filmlerinde görmeye alıştığımız Meg Ryan'vari tavırları başarılı aktrisin kimliğiyle özdeşleştirilemiyor. Fakat Nicole Kidman'ı tatlı cadı Samantha kılığına bürünmüş olarak değil de, sadece onu örnek almaya çalışmış bir kadın olarak izleyen ve gözlerini ekrana diktiği anda anılarına tecavüz ediliyormuş duygusundan arınan bir izleyici oldukça hoş vakit geçirebilir.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top