Hesabım
    Günahkar Rahibeler
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Günahkar Rahibeler

    <b>Günahkâr Rahibeler</b>’in Yolu

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    İngiliz sinemasının önde gelen oyuncularından Peter Mullan'ın Günahkâr Rahibeler isimli ikinci uzun metrajlı filmi 2002 yılında Venedik Film Festivali'ne katılınca tam anlamıyla olanlar oldu. Katolik Kilisesi'nin bilinmeyen, tüyler ürpertici bir yönünü tüm açıklığı ile ortaya koyan yapım, doğal olarak Vatikan'da tüm şimşekleri üzerine çekti. Vatikan'a bağlı L'Osservatore Romano gazetesi festivale katılan filmin bir "sanat eseri" sayılması (onaylanması) karşısındaki tepkilerini dile getirirken, film İtalya'da bile sinema çevrelerinin takdirini kazanarak Altın Aslan'a uzanmayı becerdi. Fakat Kilise ile Mullan arasındaki tartışma da şiddetini artırarak sürmeye devam etti. Vatikan radyosu, filmde yer alan olayların gerçek dışı olduğunu savunurken, yönetmen de Kilisenin işlediği "günahlarla" yüzleşmesi gerektiğine dair açıklamalar yaptı. Filmi onaylayan ve üstüne ödül veren festival de kurumun hedefleri arasındaki yerini çoktan almıştı. Sinema dünyası ise filmi Venedik'ten sonra Toronto'da ve diğer festivallerde ödüllendirerek onaylamaya devam etti. Olaylı film, geçen sene 5. düzenlenen ve temasını Dinlerarası Diyalog ve Aydınlanma olarak belirleyen Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması'nda ilk kez karşımıza çıkmıştı.

    1964 yılında Dublin'de yaşayan üç kadın, farklı sebeplerden dolayı Katolik rahibeler tarafından yönetilen Magdalene Çamaşırhanelerine gönderilir. Güzelliği ile erkekleri baştan çıkaran genç bir kadın, kuzeni tarafından tecavüze uğrayan bir diğeri ve ailesiz bir çocuk sahibi olan bir kadın neredeyse tüm yaşamlarını Katolik Kilisesinin ağır baskısı altında geçirecekleri çamaşırhanelere doğru yola çıkarlar. Kendilerini Tanrıya adamış rahibelerin emri altında pek çok kadın bulunmaktadır. Sabahtan akşama kadar çamaşır yıkayan, dış dünya ile iletişim kurmaları yasaklandığı gibi kendi aralarında bile konuşmaları yasaklanan kadınlar, neden geldiklerini, ne suç işlediklerini bile tam olarak anlayamadan rahibelere para kazandırarak ömürlerini tüketecekleri çarklara dönüşürler.

    Yaşamlarını anlamsız yere bir cehenneme çeviren bu sistemi sorgulamaya başladıkları anda ise bir başka gerçekle karşılaşacaklardır. Manastırdan kaçıp eski yaşamlarına, ailelerine geri dönme çabaları, bizzat aileleri tarafından geri getirilmeleriyle sonuçlanmaktadır. Aynı dini kuralların geçerli olduğu dış dünya, onlara günah çıkartan rahibelerin dizinden başka bir yeri uygun görmemektedir çünkü. Tek çıkar yol ise kaçarak yeni bir hayat kurabilme cesaretinden geçmektedir. Bunun için ise, çevrelerindeki dini baskıyı sorgulamanın bir adım ötesine geçip karşısına dikilmeleri gerekmektedir.

    Mullan'ın, izlediği bir belgeselden yola çıkarak tasarladığı film soğukkanlılığını başından sonuna kadar koruyor. Çamaşırhanelerdeki tekdüze yaşama yönelttiği kamera bu anlamda bir belgeselci tavrına çok da uzak değil. Elindeki malzemeye ve öykünün olanaklarına rağmen izleyici rahatsız etmek ya da kışkırtmak gibi bir amacı da olmamış anlaşılan. Hatta filmde yer alan en trajik olaylardan birisi: başpiskoposun saf ve hüzünlü bir genç kadınla gizli kapılar ardında yaşadıkları ve kızın başına gelecekleri düşünmeden adama nefretini sunması da filmin kısık sesle anlattığı hikayelerden birine dönüşüyor. Bu yaklaşım ise yönetmenin bize sadece bir avuç kadının yaşadıklarını anlatabilmesinden kaynaklanıyor. Saltanatını nasıl olduysa 150 yıl boyunca sürdürebilen kurum, benzer bir şekilde binlerce kadının hayatını karartmayı başarmış. Kilise her ne kadar Mullan'ın filmi karşısında bile dehşet bir paniğe kapılmış olsa da gerçekte yaşanılanların gördüklerimizden çok daha uç boyutlarda olduğunu tahmin etmek çok da güç değil!

    Günahkar Rahibeler, ne senaryo ne de görüntü çalışması anlamında abartıya kaçmadan tarihin loş bölgelerinde unutulmaya bırakılmış bir gerçeği pek çok kadının başından geçmiş olabilecek olan olayları sakin bir üslupla anlatmaya çabalıyor. Diğerlerinin arasından çekip ön plana çıkardığı kadınların öyküleri ise birbirinden oldukça farklı. Bazıları koşulların ağırlığına dayanamayarak, yeniden tanrının gözüne girmeye başladıkları zırvalığını unutup başlarındaki iktidara savaş açarak tırnaklarıyla yeni bir yaşamın yolunu kazırken, kimisi de Katolik Kilisesi tarafından çırılçıplak psikolojik bir savaşa sokularak yok ediliyor. Bir ülkenin tarihinde bir asırdan fazla varolabilmeyi başarmış bir gerçeği gözler önüne seren filmden kalanlar ise; çamaşırcılardan birinin gözüne yansıyan kızgın rahibenin görüntüsü, çamaşırhanenin tek erkek görevlisi tarafından kullanıldıktan sonra bir akıl hastanesinde terk edilen kızın gözleri ve en son kaçma cesaretini gösteren genç kızın dış dünyada karşılaştığı rahibelere olan bakışları oluyor.

    Peter Mullan'ın tartışmalı ve etkileyici filmi de, kendisine kaynaklık eden Sex In a Cold Climate isimli belgeselin yanında yerini alıyor ve varlığını 20. yüzyılın sonuna kadar sürdürebilmeyi başarmış insanlık dışı bir dini kurumun az bilinen yüzünü ortaya koymaya çalışıyor, bu söylediklerimiz elbet bir yerlere gider diyerek. Tıpkı Joni Mitchell'in The Magdalene Laundries (Magdalene Çamaşırhaneleri) şarkısı gibi. Onun Mullan filmiyle yolları kesişen sözleri ise, biraz daha keskin...

    "Peg O'Connell bugün öldü.

    Arsız bir kızdı.

    Çapkın.

    Onu az önce bir deliğe tıktılar.

    Beklerdiniz ki onun için de çanlar çalacak.

    Bir gün ben de burada öleceğim.

    Beni de bir çamura gömecekler.

    Aksak bir çiçek soğanı gibi,

    Hiçbir baharda açmayan.

    ."

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top