<b>Nabız</b> Arttırmayan Korkular
Yazar: Ertan TunçHalen yaşayanlar içinde en sevdiğim yönetmen olan Quentin Tarantino'ya biraz kızmak lazım. Tarantino referans cehennemine dönen filmleri sayesinde yeniden çevrim, esinlenme ve çalıntı arasındaki çizgileri muğlaklaştırdığı ve büyük bir ölçüde popülerleştiği için (tıpkı Avrupa Futbol Şampiyonu olan Yunanistan'ın uyduruk futbol anlayışının bir virüs gibi Avrupa futboluna sirayet etmesi örneğinde olduğu gibi) bir grup yeniyetme yönetmen için bir nevi çıkış yolu açmış bulundu. Hayatta olmayanlar içinde en sevdiğim yönetmen olan Sergio Leone de, benzer bir yolu Avrupa sinemasının kovboy filmleri çekmek isteyen/zorunda kalan yönetmenleri için açmıştı.
Bugün Martin Scorsese iyi bir Uzakdoğu filminin yeniden çevrimini yaptı ise bu bir tür sinema ruhunun yavaş yavaş Amerika'yı terk ettiği manasına gelmektedir. 1960'lı ve 70'li yıllarda Fransa hatta İtalya, Amerikan filmlerinin yeniden çevrimlerini ya da benzerlerini gerçekleştiriyordu. Amerikan romanları Berlin'de, Paris'te, Roma'da kimi zaman da Londra'da sinemaya uyarlanıyordu. Şimdi ise bir grup Amerikalı yapımcı bir Uzakdoğu filmi tutsa da hemen haklarını satın alsak diye Japonya'da, Güney Kore'de şube açtılar. Bu debelenişin ortaya çıkardığı son felaketin adı: Nabız.
Nabız, fena halde karamsar bir öykü anlatıyor, hatta Suicide Club'ı bir adım öteye götürdüğünü söylemek mümkün. Bir salgın haline gelen intihar vakaları üzerine, dünya toplumunun çılgınlık haline getirdiği kimi alışkanlıklara eleştirel oklar yöneltmekten de geri kalmayarak, bir korku filmi inşa ediyor. Nabız'ın Kairo'yu ya da Dabbe'yi izlemeyenlere bir tür Darkness karamsarlığı yükleyeceği riskini belirtmeden geçmeyelim.
Nabız, hedeflediği seyirci kitlesinin tamamıyla bilincinde bir iş yaparak yakışıklı ve güzel tipleri merkeze alıyor. Ses ve görüntü efektleriyle senaryosundaki tutarsızlıkları, saçmalıkları unutturmaya çalışıyor. Kitlesel gelişmeleri ve dramatik çatının oluşumunu biraz aceleye getiriyor ve ana karakterlerin ölümlerine yoğunlaşmayı seçiyor. Yani Kiyoshi Kurosawa'nın yaptıklarını yapamayacağını bildiği için, yapamadıklarını yapmayı yeğliyor. Benzer bir şekilde Karanlık Su örneğinde olduğu gibi.
Birtakım B-Sınıfı başyapıtları haricinde, kendisini ciddiye almayan bir filmi ciddiye almak geleneğine sahip değilim. Bir yeniden çevrim olan Nabız'ın karakterleri, felsefi duruşu ve olayları ilişkilendirme biçimi hakkında tartışmaya değer bir nokta bulmak çok zor. Belki daha sakin bir tavır takınan Kairo için, bir gençlik ve toplum eleştirisinin dışavurumu nitelemesi yapabilirim ama Nabız için ticari bir tuzak olmaktan öteye gidemeyen zavallı bir film demek doğru olur.
Fakat Nabız'ın bir de iyi tarafı var. O da, Brad Dourif. Bazen olmadık bir saatte yayınlanan orta halli bir filmi, sırf pek de önemli olmayan yan rollerden birinde Walter Brennan ya da Barry Fitzgerald var diye izleyen (benim gibi) birileri vardır. Brad Dourif de, böylesine kendine has, özel bir çekiciliği olan, 'benzemez' bir oyuncu. Onu birkaç saniyeliğine de olsa, onun dışında hiç kimsenin aynı etkiyi uyandıramayacağı bir rolde izlemek keyif vericiydi. Yine de Nabız, Dourif'in kısa performansına rağmen, kötü bir Amerikan yeniden çevrimi. Hele önceki versiyonları izleyen biri için bir tür sıkıntı yumağı.