CHRISTOPHER REEVE'İN EFSANEVİ SÜPERMAN'LİĞİ EŞLİĞİNDE "SÜPERMAN DÖNÜYOR"A KISA BİR BAKIŞ
Salondan içeri girdiğimizde Kripton büyük bir gültüyle patlıyordu. Babamın büyük avucundaki minik elimi biraz daha sıktım ve en az perdedeki uzay kadar karanlık olan salona yağmasını beklediğim Kripton parçalarına bakakaldım. Önümüz sıra el feneriyle sıraları aydınlatarak yürüyen görevli koltuklarımızı işaret edince nasıl oturduğumu, o inanılmaz filmin nasıl sürüp nasıl bittiğini net olarak hatırlamıyorum, ama salondan çıktığımda iflah olmaz bir Superman fanatiği haline geldiğimi hissediyordum.
Yıl 1979’du.
Yıllar boyunca Christopher Reeve’li Superman the Movie’yi andığımda aklımda hep aynı resimler belirdi: Patlayan gezegen; gecenin bir yarısı tiz bir sinyal sesiyle uyanan Genç Clark’ın (Jeff East) karanlığı asaletle delen yeşil ışınlara sahip kriptoniti bulması ve ardından uçsuz bucaksız bir başak tarlasında annesi Martha Kent’e sarılarak ufka bakması; Kuzey Kutbu’nun yarılan buzlarının arasından yükselen Yalnızlık Kalesi… Ancak gecikmeden söylemeliyim ki asıl çarpıldığım yer, gerçekten ve tartışmasız Superman’i beyazperdede canlandırmak için doğmuş olan Christopher Reeve’in efsanevi kostümüyle Yalnızlık Kalesi’nin bbuz blokları arasındaki ilk uçtuğu andır. John Williams’ın müziğinin zirveye tırmandığı o sahne, altı buçuk yaşındaki bir çocuğun hayatının da değiştiği noktadır bir bakıma. Ardından fötr şapkalı, takım elbiseli, kalın kenarlıklı gözlük takan ve Reeve’in inanılmaz oyunculuğuyla beyaz perdenin en iyi tiplemelerinden biri olan Clark Kent’in Metropolis’te ilk kez Superman olduğu sahne gelir. Sevimli (ve şapşal) Clark’ın Elleri beyaz gömleğinin kenarlarını tutup açar ve yine o üç renk yansır perdeye: Lacivert, sarı, kırmızı.
Film sonunda salondan çıkıp da Eyüp sokaklarına ilk adım attığımızda babamın yüzünde benimkinde yer alan sarhoşluğu ve çarpılmışlığı göremeyince nasıl şaşırdığımı hala hatırlıyorum. Öyle ya, sinema tarihinin ilk ve son mucizesine tanık olmuş biri olarak biraz daha coşkulu olması, benim gibi her an uçabilecekmişçesine ellerini öne uzatması gerekmez miydi? Ne var ki babam bunu yapmayacağı gibi, filmin olağanüstülüğünden dem vuran bana gülümseyerek “Eh, fena değildi,” demekle yetinecektir.
Sonraki yıllar küçük (ve hatta ergen) Aşkın için her basılı organdan Süperman ve Christopher Reeve fotoğraflarını kesip çıkarmakla geçer. Yıllar geçtikçe gazete kesiklerinden oluşan ciddi bir arşiv olur elinde. Baş kahramanı Süperman olan ve Superman denince de mavi gözlü Christopher Reeve’den başkasını düşünemeyen biridir artık o.
Ancak film burada bitmiyor…
Peşine takılan zamanı atlatamayan bu Superman fanatiği çocuk da tüm diğer insanlar gibi büyür. Artık elinde Süperman the Movie, Superman II, Superman III, Superman IV CD ve DVD’leri olan ve herbirini onlarca kez izlemiş bir yetişkindir ve yıllarca geride kalan çocukluğuna hürmeten her filmi hep aynı coşkuyla izlemeye çabalar (Hatta Superman IV gibi felakete rağmen yapar bunu).
Kara haberler de gelmektedir. Christopher Reeve, sevdalısı olduğu at binme sporu sırasında düşüp felç olduktan yıllar sonra vefat etmiştir. Binlerce kilometre uzaktaki bir “arkadaşının” çocuklaşan ellerini açıp onun ruhu için Allah’a dua ettiğini duyar mı, bilinmez.
Devran döner ve sinema yeni bir Superman’a ihtiyaç duyar. Aranan kan, Superman’i oynayacak yeni isim Brandon Routh ve yönetmen koltuğundaki Bryan Singer’da bulunur (ya da bulunduğu farz edilir, zira bu satırların yazarı da dahil, büyük çoğunluk Christopher Reeve ile “ölen” Superman’in hayata geri dönmesine kuşkuyla yaklaşmaktadır).
Kuşkuların şahlandığı ya da derine itildiği tarih, Süperman Dönüyor’un vizyona çıktığı gündür ve o günden bugüne hala filmi beğenen ya da yerden yere vuranlarla doludur ortalık.
Süperman Dönüyor çok mu kötüdür? Diğer dört (belki de sonuncuyu saymazsak üç) filmden çok mu aşağılarda bir irtifada seyretmektedir? Superman’in Louis lane ile arasındaki aşk filmine mi dönüşmüştür “Superman Returns”?
Hayır!
“Süperman Returns” aslında ilk film olan ve Christopher Reeve’in destanlaştığı Superman the Movie’nin çok uzağına düşmez konu seçiminde. İlk filmin ana teması olan “Lex Luthor’un Kötülüğü” bu filmde de etkendir ve Superman ilk filmde Louis Lane’le ne kadar ilgileniyorsa bu filmde de ancak o kadar ilgilenir. (Unutmamak gerekir ki ilk filmde Superman tam uc kez kurtarır Lane’in hayatını; hatta bunlardan birinin zamanı geri alarak ölü bir insana “hayat vermek” olduğunu hatırlarsanız, son filmde Superman’in neredeyse Louis ile hiç ilgilenmediği sonucunu bile çıkarabilirsiniz).
Başka bir açıdan bakalım: Richard Donner Superman the Movie’de iyi iş çıkarmış, araya da birkaç nahif espri serpiştirmişti (Superman’in Metropolis’te ilk göründüğü sırada tanıkların yaşadıkları, Luthor’un tüm kötülüğüne rağmen nispeten sevimli denebilecek tavırlarının olması, kötünün yanında yer alan iki karakterin izleyiciyi zaman zaman gülümseten sakarlıkları vb.
Ne var ki projeyi teslim alan ve Superman II’nin bir kısmını ve Superman III’ün tamamını çeken Richard Lester, esprinin “suyunu çıkarmakta” sakınca görmedi. Süperman II (sanıyorum büyük ölçüde Donner’in katkılarıyla) nispeten eli yüzü düzgün bir filmken, özellikle Superman III bir ZAZ filmi gibi komediyle at başı ilerlemeye çabaladı ve olan da Süperman’in gişedeki başarısına oldu tabii (Sapıtarak birbiriyle dövüşen elektrik ışıklarını hatırlayın! Yok artık daha neler, değil mi?
Bu aşamada üzülerek söylemeliyim ki Superman IV bir rezaletler silsilesi olduğundan gönlümüze giremese de “en kötü Superman filmi” olarak sinema tarihine girdi. Yine de bu yazıya dahil etmeye içim el vermiyor.
Gelelim Süperman Dönüyor’a…
Bryan Singer, senaryosu, sahneleri ve kurgularıyla Süperman’in “ebedi yalnızlığına” son derece uygun bir film kotarıyor. İlk 4 filmdeki mizahi unsurlar olabildiğince aza indirgenmiş ve ortaya neredeyse karanlık diyebileceğimiz bir film çıkmış. Artık iyilerin zaafları sahnede, kötülüklerin “kötülüğü” de kuralsız (Allah aşkına, gücünü yitiren Süperman’i döven iri kıyım adamlar, ya da güçsüz kalan kahramanına karşı Luthor’un acımasızca sapladığı kriptonit içinizde bir yerlerin titremesine neden olmadı mı?
Singer sadece bunları yapmakla da kalmıyor. Son derece usta işi bir zekayla serinin en iyi filminden, yani Superman the Movie’den besleniyor, zaman zaman o filme atıflarda bulunuyor (Marlon Brando’nun bir kristale yansıyan yüzünden bahsetmiyorum, hayır, birebir ilk filmde yer alan kimi dialogların bu filmde de anılmasından söz ediyorum (-Babam küçük bir çocukken bana dedi ki… -Defol. -Hayır, ondan önce… En iyi yatırım toprağa olur.
Singer’in dehasını konuşturduğu bir başka yer, olayın geçtiği Metropolis atmosferi. Artık zaman günümüzdür, ama karakterlere bakıldığında giyimlerinin seksenli yılların başından kalmış havası taşıdığını görürsünüz, keza mobilya tasarımları bile aynı anlayışla oluşturulmuştur. Bu şekilde Superman Dönüyor ilk filmin yarattığı atmosferi kullanmayı tercih ettiğini bir kez daha kanıtlar.
İşin özü, Donner’in Superman’iyle Singer’ınki arasında sağlam paralellikler vardır (ikisinde de kötü adam, Superman’ın baş düşmanı Luthor’dur, ikisinde de kötünün planı toprağa sahip olmak üzerine kurulmuştur, ikisinde de Superman çok güç duruma düşer ama kurtulur ve… ikisinde de Superman Louis Lane’e duyduğu aşkın bir geleceği olmadığının bilinciyle “çaresiz” bir aşk yaşar). Tüm bunlardan sonra ilk filmi beğenip bunu beğenmediğini söyleyenler ya filmi “beğenmemek” önyargısıyla izlemişlerdir, ya da sevgili Christopher Reeve’in ölümünü gerçekten Süperman’in ölümü olarak algıladıklarından “kahramanın dirilişini” samimi bulmamışlardır; en azından ben ortaya konulan filmlere ciddi bir bakış attıktan sonra başka bir yorum getiremiyorum.