<b>Superman</b> Kendi Etrafında <b>Dönüyor</b>
Yazar: Serdar KökçeoğluThe Rough Guide To Superheroes, süper kahramanlar üzerine yazılmış detaylı ve oldukça esprili bir cep kitabı. Kitapta kahramanların sıkı hayranlarının politik olarak sınıflandırıldığı bir bölüm vardır: Batman okuyucuları, suçla ilgilenen ve silah karşıtı hareketleri destekleyen libareller, Superman okurları ise cumhuriyetçiler olarak belirtilir burada. Şüphesiz çizgi roman dünyasının ağır isimleri Batman kitapları yaratmış ve Batman’in ayrıksı konumuna karşı, Superman’i sistemin koruyucusu, başkanın piyonu olarak göstermişlerdir. It’s a Bird gibi çizgi romanın sınırlarını zorlayan Superman kitapları ise kahramana farklı bir gözle de bakılabileceğini ortaya koymaya çalışmışlardır.
Çizgi roman alanında üretilen kitapların kalitesi açısından, yarasalar Superman’i geride bıraksa da, kahramanların beyazperde serüveninde bugüne kadar kafa kafaya gittiğini söyleyebiliriz. Batman’in nasıl Tim Burton katkılı başyapıtları varsa, Superman’in de en azından serinin ilk iki filmiyle oluşan bir beyazperde efsanesi vardır. 1978 tarihli Superman, Christopher Reeve’nin de katkısıyla o döneme kadar yapılan çizgi roman uyarlamalarından çok farklıydı. Belki rekabeti yine iki kahraman arasında tutmak kaydıyla, Superman’i aşan tek çalışmanın ise Batman Başlıyor olduğunu söyleyebiliriz. Superman Dönüyor ise ne yazık ki hayal kırıklığı yaratan yanları ile işte bu tatlı rekabette yarasayı yerinden edemiyor.
Neil Gaiman’ın Wired dergisine yazdığı nostaljik Superman yazısına katılmamak mümkün değil: Gaiman, bütün 'A' kalite süper kahramanların ancak düşmanları sayesinde var olabildiğini, Superman’in ise durmadan karşımıza gelen, tek bir düşmanının olduğunu ve onun esas düşmanının deprem ve kasırga gibi doğal (bazen yapay) afetler olduğunu söylüyor ve kahramana başkalarında olmayan önemli bir misyon ekliyordu. Belki de bu yüzden 11 Eylül gününe dair anlatılan o ünlü öyküde olduğu gibi, Dünya Ticaret Merkezi yıkılırken çocukların gözleri en çok onu aramıştı.
2006 model Superman’in en çok göze batan problemlerinden birisi henüz ilk dakikalarda kendisini belli ediyor. Christopher Reeve’nin yerini alan genç oyuncu Brandon Routh şüphesiz role alışmak için ciddi bir ön hazırlık dönemi geçirmiş, fakat benzer bir hazırlık dönemi izleyiciden esirgenmiş gibi. Aslında 78 Superman’inde olduğu türde bir Superman’a dönüşme serüveni görmek istiyor izleyici. Yetişkin izleyicinin zaten bu dönüşümü gayet iyi bildiği, genç kuşakların ise DVD’ler yoluyla defalarca izlediği düşünülüyor olmalı. Dolayısıyla filmin tamamını Clark Kent/Superman’in, evli ve bir çocuk annesi Lois Lane ile olan mesafeli ilişkisi ve Lex Luthor’un karanlık senaryolarını dünyadan çok uzağa fırlatma çabaları kaplıyor.
Superman’in bir uçağı stadın tam ortasına indirmesi, ekşi bir gülümseme yaratsa da, filmde 'Superman’in gerekliliği' temasına o kadar çok yer veriliyor ki, bu sahnenin varlığı çok da yadırganmıyor. Hatta bütün bir film, Superman’a ihtiyacımız olmadığını savunan bir makale yazan ve bir de Pulitzer ödülü kazanan Lane ve ailesinin kahramanı kabullenmesinin öyküsü olarak da kabul edilebilir. Superman’in ilk defa ortaya çıktığı 1938 yılından beri bilinen Tanrı’nın yeryüzüne gelen oğlu teorisi de filmin sırtını dayadığı yerlerden birisi. Sık sık dünyaya karşıdan bakıp, dünyadaki sesleri dinleyerek huzura kavuşan bir Superman var karşımızda. En büyük derdi ise, düşmanı ile arasındaki tanrısal gücü koruma mücadelesi.
Brandon Routh, Kent rolünde klasik Reeve çekingenliğini ortaya koymuyor. Superman’in iki kimliği arasındaki tezat ve şüphesiz Kent’in izleyicinin kendisini bulduğu söylenen şaşkın özellikleri burada çok fazla yok. Hatta iki kimlik, hem kişilik özellikleriyle, hem de fiziksel olarak birbirine o kadar çok benziyor ki, bazı sahnelerde farklılık kostümlerle sınırlı kalıyor. İki kimliğin, Lane ile ilişki kurma biçimleri de aynı. İşte bu ve diğer problemler ana karakterler arasında heyecansız bir ilişki yaratıyor. Klasik Superman kötü’sü Lex Luthor, bir sonraki hareketi belli olmasına rağmen filmin en cazip noktalarından birine dönüşüyor.
Şüphesiz Hulk’un Ang Lee’ye verilmesinin de etkisiyle, iyi bir yönetmen tarafından çekilen Batman Başlıyor, bazı eksikliklerine rağmen çok iyi bir çizgi roman uyarlamasıydı ve dünyayı değiştirmenin iki farklı yolu arasındaki çatışmayı, ana karakterin psikolojik derinliği ile ortaya koyuyordu. Superman Dönüyor, zaten 68 yıldır dünyamızda olan bir kahramana neden ihtiyacımız olduğunu, bildiğimiz karakterlere ve olaylara çok fazla bir şey eklemeden anlatmakla/savunmakla yetiniyor. Belki izleyiciyi çok fazla zorlamadan, yeni oyuncularını tanıtmak ve ölümsüz kahramanlarını hatırlatmak istiyor sadece. Ama yine de Bryan Singer bunlarla ve diğer görsel efektlerle yetinmemeliydi diye düşünmeden edemiyor insan.
Batman Başlıyor’da sıkça duyduğumuz bir soru/cevap vardı. Batman’e babasının ve uşağının verdiği o öğütü biz de Superman’a verelim: 'Neden düşeriz, biliyor musun?... Tekrar kalkmayı öğrenmek için...' Her şeye rağmen politik yansımalarının ötesinde hem Batman’i hem de Superman’i aynı derecede sevenler ve tabii Gaiman’ın duygularını paylaşanlar, onun yeni bölümlerde ayağa kalkmasını ve uçmasını arzulayacaktır.