Usta yönetmen Ridley Scott’ın kardeşi sıfatıyla sektörde boy gösterdikten sonra; özellikle True Romance, Hunger ve popülerliğe doyduğu Top Gun filmleriyle stüdyoların dikkatini çeken Tony Scott, bir kez daha intikam üzerine bir filmle karşımızda. Denzel Washington, Dakota Fanning, Radha Mitchel, Marc Anthony ve Christopher Walken gibi önemli isimleri bir araya getiren yapımın en önemli özelliklerinden biri ise, bu film yoluyla yönetmen Scott’ın daha önceden çekememiş olduğu bir hikayeyi sahiplenmesi... Gazap Ateşi, aslen 1987 yapımı ve başrollerini Scott Glenn, Joe Pesci, Jade Malle ve Danny Aiello gibi isimlerin paylaştığı, Elie Chouraqui imzalı aynı adlı filmin bir yeniden çevrimi. Yönetmen Tony Scott’ın filmle mazisi ise daha önceye dayanıyor. Zira Scott, 80’li yıllarda aynı öyküyü filme çekmeyi düşünürken, stüdyo ve yapımcılar onun henüz böyle bir projeye hazır olmadığını düşünerek projeyi iptal ediyorlar. Haliyle film yaban ellere düşüyor ve Fransız-İtalyan ortak yapımı Man On Fire olarak 1987 yılında arz-ı endam eyliyor. Ancak Scott pes etmekmiş olacak ki, 1990 yılında tıpkı Gazap Ateşi'nde olduğu gibi Güney Amerika’da geçen bir intikam öyküsü ile, başrolde Kevin Costner ve Anthnoy Quinn’in rol aldığı İntikam ile karşımıza çıkmıştı...
Bu kısa girizgah sonrasında, Scott’ın projeye ne derece tutku duyduğunu anlamak sanırım çok da zor değil. Filmin; yönetmeni kendisine bu derece çeken öyküsüne gelince...
Eski ve yetenekli bir CIA ajanı olan Creasy (Denzel Washington), artık bu heyecanlı yaşamdan elini ayağını çekmiş, hayatta yaşamasını gerektirecek herhangi bir şey olmadığını düşünmeye başlamıştır. Ordan oraya sürüklenen Creasy, giderek bir alkolik haline gelmiştir. Eski dostu Rayburn (Christopher Walken), hayli zengin bir adam olarak Meksika’da yaşamaktadır ve onu bu durumdan kurtarmak için Creasy’e bir iş ayarlar. Meksika’daki kaçırma ve fidye olaylarının ayyuka çıktığı bir dönemde, Creasy zengin bir ailenin küçük kızı Pita’yı, aileden alacağı maaş karşılığında korumakla görevlendirilir. Creasy, kendisini gittikçe korumakla görevli olduğu Pita’ya yakın hissetmeye başldığı bir sırada olanlar olur. Pita kaçırılır, Creasy ise olay sırasında vurulur. Kızı bulmanın tek yolu ise yine Creasy’nin yoludur...
Özellikle geçtiğimiz sezon Kill Bill serisi ile salonları dolduran intikam hissi, bu filmin de temel direği. Zira film iki temel bölümden oluşuyor adeta. Biri; ailenin küçük kızı Pita ve hayatından bıkmış ajan Creasy arasındaki ilişkinin gelişimine, diğer bölüm ise pita kaçırıldıktan ve ondan umut kesildikten sonra Creasy’nin çıktığı intikam avına yer veriyor. Film, 145 dakikalık uzun süresine hem küçük bir kız ve bir adam arasındaki sevgi ilişkisini, hem de şiddet dolu bir aksiyonu sığdırmayı başarıyor. Özellikle Creasy’nin hasta yatağından kalkıp Pita’yı bulmak, yahut onu kaçıranlardan intikam almak için giriştiği eylemler filmde nefes kesen anlara gebe. Bununla birlikte bu bir zaman sorunu yaratıyor. Çünkü film, Pita ve Creasy arasındaki ilişkiye o kadar çok zaman ayırıyor ki, bu durum filmin yan hikayelerinde aksamalara, daha sonra da Creasy’nin çıktığı insan avının filmde fazlasıyla süratli bir biçimde gelişmesine neden oluyor. Söz gelimi Creasy, peşine düştüğü mafya üyelerini bulmakta fazla zorlanmıyor. Önüne hemen hemen hiçbir engel çıkmıyor. Bu noktada filmin aksayan yönleri olduğu söylenebilir. Zira, jet hızıyla alınan bir intikam söz konusu. Hatta Creasy bir sahnede Kill Bill’in aklımıza kazıdığı o özdeyişi de dillendiriyor; 'intikam soğuk yenen bir yemektir' diyor, ama filmdeki intikam için sıcağı sıcağına harekete geçiliyor dersek yalan olmaz.Bununla birlikte filmin ilk yarısında odaklandığı esas noktanın; yani Pita ve Creasy arasındaki ilişkinin biz izleyicileri bileyen nitelikte olduğu aşikar. Creasy, hayatını değiştirdiğini düşündüğü bu küçük kıza bağlandıkça bizim de ona (Pita) olan ilgi ve alakamız büyüyor. Haliyle, Pita ortadan kaybolduğunda ona bunu yapanlar için Creasy’nin düşündüklerini düşünmemek elden gelmiyor. 'Bu işe her bulaşanı, bundan her fayda sağlayanı ve bana her bakanı öldüreceğim...' diyerek Pita’nın annesine söz veren Creasy’nin bundan sonra giriştiği kanlı canlı mücadele sonrasında gazabının korkunç olması şaşırılacak bir şey değil. Bu nedenle iki farklı film olarak dahi algılanabilecek bu ayrım, filmdeki en doğru tercihlerden biri olmuş. Ayrıca film finale yaklaştığı noktada önemli bir sürpriz yapıyor. Seyir zevkini bozmamak için saklı tutulması gereken bu sürpriz sonrasında filmin yine o kanlı ve soğuk havasından sıyrılıp hayli duygusal bir mecraya doğru ilerlediğini söylemek mümkün. Gazap Ateşi’ndeki akla takılan sorunlardan en önemli olanı ise, Denzel Washington’ın canlandırdığı Creasy karakterinin geçmişiyle ilgili en ufak bir bilginin izleyiciye geçmemesi. Onun iyi bir terör uzmanı, iyi bir ajan ve birçok isyanı bastırmış deneyimli biri olduğunu biliyoruz, ancak bazı karakterlerin ağzından dillenen bu özellikleri dışında onunla ilgili izleyiciye geçen başka bir bilgi olmuyor. Haliyle, ona ve Pita’ya alışmak izleyici için zaman alan bir durum olup çıkıyor. Filmde yer alan görsel tercihler açısından artık Scott’ın alışılagelmiş tarzı olan 'hızlı kurgu' da, bu kez iyiden iyiye başdöndürücü duruma gelmiş ki, bu filmin bir diğer dezavantajı. Söz gelimi, fazlasıyla dramatik bir sahneyi tamı tamına sekiz farklı açıdan, üstelik renkleriyle oynanmış bir biçimde sunmanın, izleyiciyi son derece yoran daha da kötüsü filme zarar veren bir durum olduğu ortadayken, Scott’ın görsel tercihi kurgu masasında yine bu yönde olmuş. Kimi sekanslarda, özellikle gece kulübünde geçen hayli aksiyonlu bir sahnede oldukça şık görüntü oyunları olarak algıladığımız filmdeki bu kurgu sistemi, birebir konuşmalardaki son derece durağan sekanslarda ise göz yormaktan öteye gidemiyor ne yazık ki. Ayrıca kurgu masasında yapılan bu 'süs'lemelerin yönetmenlik sanatına dahil şeyler olmadığı da açık... Ufak bir paragraf ise filmin kanımca asıl yıldızı Dakota Fanning için açmak gerekir. Filmdeki, onca ünlü ve deneyimli oyuncuyu ağırlayan oyuncu kadrosunun arasından sıyrılan küçük oyuncu Dakota Fanning, Pita rolündeki performansıyla, filme çok şey katıyor. Zira onun bu sevimlilikten öte bir yerde duran sıcak oyunu ile karşılaştıktan sonra, değil kaçırılması nedeniyle, yolda yürürken ona çarpan herhangi birine bile öfke duymak mümkün. Daha önce I’m Sam ve Sweet Home Alabama’da izlediğimiz bu minik yıldızın ileride adını sık duyacağımız kesin.
Aslında fazlasıyla özü sözü bir olan türden bir hikaye anlatan Gazap Ateşi, özellikle Creasy ve minik Pita arasındaki ilişkinin sıcaklığı haricinde özgün bir öyküye yer vermiyor. Bununla birlikte değindiği noktalardan da ses getiren cinsten başarılı anları da içersinde barındıran, seyre şayan bir film aynı zamanda Gazap Ateşi. Gene de benim gibi Tony Scott’tan daha fazlasını bekliyor olanlar, onun bir sonraki projesini merak ederek salondaki yerlerini alıp, şimdilik ilgilendiği bu geçmişten kalma öyküyle yetinmek zorunda.
Murat Emir Eren