Yak Bir Sigara Aşka
Yazar: Ayşegül KesirliBir anlamı da "kötü, uğursuz, sıkıntılı" olan "kara" kelimesi benim aklımda John Turturro ile de eş manaya geliyor. Canlandırdığı karakterler bu sıfatlardan biriyle mutlaka tanımlanabiliyor çünkü. Turturro, zaman zaman bizi güldürüyor olsa da bu gülüşün altında her daim hin bir şeyler gizli, bakışlarından beden diline dek her yerinde bir absürdlük saklı sanki. Bu hali insanı tedirgin bile ediyor bazen. Ve Turturro, benim için kapısını çalıp kaçmamız, yokluğunda arkasından gülmemiz farzken, karşımıza çıktığında çığlık atarak uzaklaşmamız gereken, mahallenin yalnız ve gizemli sakini oluyor bir yerde.
Kamera önünde gördüğümde beni bu tip duygulara büründüren bir adam nasıl oluyor da kamera arkasına geçtiğinde böylesine sevimli bir film çekebiliyor diye sık sık düşündüm Aşk ve Sigara'yı izlerken. Ve John Turturro'nun inanılmaz yetenekli bir oyuncu olduğuna karar verdim. Kamera arkasındaysa rol yapmayı bırakıp, gerçek kimliğini içinden nasıl geçiyorsa olduğu gibi ortaya koyabildiği kanısına vardım.
John Turturro'nun oyunculuk kabiliyeti üzerine kafa yorunca, yönetmenliğini yaptığı filmde kendi hikayesini anlatmak için hangi oyuncularla çalışmayı tercih ettiği en büyük merak konusu oluyor sanırım. Ve tahmin edilebileceği gibi Aşk ve Sigara, kuvvetli oyuncu kadrosu ile bütün dikkatleri üzerine topluyor. James Gandolfini ve Susan Sarandon'ın yarıya yarıya paylaştıkları açılış sahnesi Mary-Louise Parker'ın küçük bir müdahalesi ile hareket kazanıyor. Büründükleri karakterlere tüm gayretleri ile bağlanmış bu insanların ağızlarından biranda sürükleyici diyaloglar dökülmeye başlıyor. Bedenlerini, seslerini kullanmayı son derece iyi bilen Sarandon, Gandolfini ve Parker arasında müthiş bir kimyevi ilişki kuruluveriyor.
Ve sıradan bir orta sınıf mutfağında geçen sahne bu güçlü oyunculuk sayesinde, eski çağlarda geçen tarihi bir filmin şaşaalı, görkemli görüntüsüne kavuşuveriyor. Filmin ilerleyen sahnelerinde karşımıza çıkan başka kuvvetli isimler de hikayeyi sürükleyici kılıyorlar. Uzaklardan kopup gelmiş, buram buram Elvis kokan kuzen Bo karakterinde Christopher Walken takdire şayan bir performans sergiliyor örneğin. Yuva yıkan kızıl güzel Tula rolündeki Kate Winslet ise fazlasıyla karikatürize edilmiş fantezi kadın karakterinin altından başarıyla kalkıyor. Enteresan aksanı ve grotesk hareketleriyle bu filmin yıldızı olsa olsa Kate Winslet olur diye düşünülebilecekse de Kitty karakterini canlandıran Susan Sarandon'ın eline hiç kimse su dökemiyor bana göre.
Çünkü Sarandon'ın filmin hikayesiyle ve diğer karakterleriyle kurduğu derin bağı, kuramıyor Winslet. Daha çok filmin, kendisine ait bölgelerinde, kendi hikayesi için oynuyor. Oyuncu kadrosunda geçen isimler arasında Sarandon'ın bu harika performansına bir de James Gandolfini eşlik ediyor belki de. Ara ara bir gözüküp bir kaybolan Steve Buscemi ve Aida Turturro da filmde neşemizi yerine getiren yegane öğeler haline geliyorlar. John Turturro'nun kendisini bir sokak dansçısı olarak izlerken, oğulları Amedeo ve Diego'nun da filmin isimsiz kahramanları olarak kadroda yer almaları da ayrıca dikkat çekiyor ve filmi daha da sevimli bir hale getiriyor.
Aldatılan bir kadının, eşine beslediği kızgınlığı öyküleyen Aşk ve Sigara, elde bulunan böylesine güçlü oyuncularla, çatışmalarla süslü, dişe diş bir dram olarak da anlatılabilirdi rahatlıkla. John Turturro'nun bu hikayeyi anlatmak için niçin olan biten her şeyi bir müzikalin içine yerleştirdiği kafamızı kurcalayan en önemli konulardan biri filmi izlerken. Neden bütün bu insanlar şarkı söylüyor ve yaşanan tüm melankolik ruh halleri gülünç bir nitelik kazanıyor, niçin Susan Sarandon bir kere bile doğru dürüst ağlarken görülmüyor soruları beynimizde dönüp dolaşıyor devamlı. Lakin ilerleyen dakikalarda farkına varıyoruz ki ifade edilmiş herhangi bir duyguya yepyeni bir anlam katılıp, onu farklı bir şekilde yansıtmaya gerek duyulmayan bir dönemde yaşıyoruz.
Şarkılar bizim için kendi ruh hallerimizi tanımlıyorlar zaten. Bir parçayı dinlerken işte ben de aynen böyle hissediyorum diyoruz ve duygularımızı kelimelere dökme ihtiyacı içine girmiyoruz. Hazır ifadeler, kalıplaşmış söyleyişler kullanıyoruz ve kendimizi kendimize ait kelimelerle anlatmak bizim için daha da güç bir hale geliyor.
İşte Aşk ve Sigara da tam bu ifade kısırlığından yola çıkarak, karakterlerine birbirinden güzel şarkılar söyletiyor. İçlerine kapanmaya son derece meyilli karakterler, şarkıların yardımıyla tüm kızgınlıklarını veya sevgilerini sonuna kadar dışa vurabiliyorlar. Bizler de böylelikle filmi daha net kucaklayabiliyoruz. Karakterlerin neler hissettiklerini çok daha açık anlıyoruz. Bu nedenle de John Turturro, hikayesini sıradan bir dram olarak anlatmak yerine eğlenceli bir müzikale dönüştürüyor. Böylelikle hem günümüz toplumuna güzel bir eleştiri yapmış oluyor hem de kasvetli, karanlık bir dünya yaratmak yerine renklere boğulmuş, mizahi bir atmosferin içine çekiyor bizleri.
Seyrettikten sonra, hayatımızı değiştirecek, tekrar tekrar izlenecek bir film değil belki Aşk ve Sigara. Fakat özellikle oyuncu kadrosunun nasıl harikalar yarattığını görmek, onların kişisel şarkılarına eşlik edebilmek için, "beni bu hayatta iki şey mahvetti bir aşk, bir de sigara" gibi arabesk bir deyişin içine çekilip, gülümseyebilmek için kaçırılmaması gereken bir yapım.