Sevdim, Seviyorum, Seveceğim...
Yazar: Zeren SomunkıranÖykü kitapları okumayı sever misiniz? Roman okumayı, uzun soluklu bir ilişkiye sahip olmaya benzetirim. Kimi zaman durgun, kimi zaman çalkantılı, her geçen gün daha çok kök salarak bağlandığınız bir ilişki gibi bağlanıverirsiniz okuduğunuz romana da. Öyküler ise daha çok tek gecelik ilişkiler gibidir. Yüreğinizde ani ve tokat gibi bir etki bırakabilir. Kısalığına tezat, etkinin kuvvetine bağlı olarak belki de bir ömür boyu unutamazsınız.
Paris ve aşk güzellemesi olarak beyazperdeyi kırmızı kalplere boğan Paris, I Love You da, böyle bir etki bırakıyor izleyen üzerinde. 22 yönetmenin 5 dakikalık birbirinden farklı aşk ve Paris temalı kısa filmlerinin toplamı olan film, insan üzerinde direk, hayran olduğunuz yazarların farklı hikayelerinden oluşan toplama bir öykü kitabı okumuşsunuz izlenimi yaratıyor. Şaşkınlık, kahkaha, hayret, romantizm ve hayranlık duygularının karışımı bir etki...
Ethan ve Joel Coen, Wes Craven, Alfonso Cuarón, Christopher Doyle, Walter Salles, Gus Van Sant gibi isimler yönetsin; Steve Buscemi, Juliette Binoche, Willem Dafoe, Maggie Gyllenhaal, Natalie Portman, Gérard Depardieu gibi isimler oynasın; hele bir de konumuz da aşk ve Paris olur ise heyecan duymayalım da ne yapalım!
Filmekimi kapsamında da gösterilen Paris I Love You festivalin, biletleri en çabuk tükenen filmlerinden biri olmuştu. Filmi izledikten sonra yapmanız kaçınılmaz olan şeylerden biri, sizde en çok etkiyi bırakan bölümleri teker teker aklınızda yeniden canlandırmaya çalışmak. Arka arkaya, kimisine hayran kaldığınız, kimisini sadece ufak bir tebessüm ya da hüzün ile izlediğiniz, kimisinde (özellikle de Coen'lerin yönettiği Steve Bruscemi'li bölüm) kahkahalarla güldüğünüz filmler öylesine arka arkaya, siz daha tam tadını çıkaramadan sıralanıyor ki, bittikten sonra geri dönüşlü bir beyin fırtınası kaçınılmaz oluyor. Hatırlamaya çalışırken 'arada atladığım filmler var mıydı' hayıflanmaları ile kesinlikle bir kere izlemenin yeterli olmadığı filmlerden biri Paris, I Love You.
Bir bütün olarak nasıl olduğunu söylemenin zor olduğu filmlerden biri karşımızdaki. Birbirinden o kadar farklı esintiler estiren kısalarla karşı karşıyayız ki... Joel Coen ve Ethan Coen'in yönettiği, Steve Buscemi'ye neden bu kadar hayran olduğumu bir kere daha anlamama neden olan bölüm, filmin en eğlenceli kısalarından. Vampirlerinin bile Paris'in romantizminden pay aldıkları, Vincenzo Natali'nin yönettiği, bilmesem kesinlikle Wes Craven imzalı olduğunu düşüneceğim bölüm, (bir çok insan hiç hoşlanmamış olmasına rağmen) bana Paris'in geçmişten günümüze pek çok özelliğini hissettirdi. Tarihin, aşkın, mistisizmin en çok yakıştığı şehirlerden biri olan Paris hakkında yapılabilecek en keyifli çalışmalardan biri kanımca.
Gurinder Chadha'nın yönettiği bölüm, Doğulu göçmen bir kızla Batılı bir gencin yakınlaşması konusunda aslında pek çok açıdan klişeler barındırsa da, etkiliyici bir sevimliliği de yok değil. Çoğu zaman oryantalizm kokan bu tarz konulu yapımların klişelerini, belki de bu sevimliliği sayesinde üstünden silkmeyi başarıyor.
En şaşırtıcı kısalardan biri ise kesinlikle Wes Craven'a ait olandı. Şaşırtıcılığı, yaklaşımından değil, yönetmenin ne tür bir fantastik 'Paris ve Aşk' rüzgarı estireceğini merak ederken son derece sakin, günümüzün modern dünyasına ait bir öyküyü anlatmayı tercih etmiş olmasından geliyordu. Yine de hikayesine en son anda Oscar Wilde eli değdirmesini, güzel bir hoşluk olarak da görebilirsiniz tabi.
Tom Tykwer'ın, aşkın kör edici yanını anlatmayı tercih ettiği bölümün hareketli romantizmini çok beğenmekle birlikte, Natalie Portman için ayrı bir yıldız koymadan etmeyelim. Sahi, son yıllarda onun kadar güzel gülüp ağlayabilen başka bir oyuncu daha var mı?
Son derece keyifli bu 18 kısa filmin içinde hayalkırıklıkları da yaratanlar yok değil. Aşk Zamanı, Internal Affairs, Kahraman, 2046 gibi filmlerdeki eşsiz görüntü yönetmenliği ile her daim kendi imzasını hissettiren Christopher Doyle, güzel müzikleri haricinde aşkla ve Paris'le ilgisini anlamakta zorlandığınız bir resim çizerek burun kıvırtan bir gülümseme yaratıyor.
Son derece keyifli bir 120 dakika vaad eden Paris I Love You ile hayalgücünüzde yeni pencereler açmaya hazır olun. Ve filmi izledikten sonra kendinize şu soruyu sormayı da ihmal etmeyin: Benim Paris ve aşk hikayem nasıl bir şey olurdu?