Keşke 30 Olmasam!
Yazar: Sibel MaksudyanHayallerin her daim gerçek olabileceği mutluluklar dünyası Hollywood, bu hafta yeni bir film ile sinemalarımızı ziyaret ediyor. Keşke 30 Olsam, tam bir ergenlik öyküsü olarak başlıyor. 1987'de 13 yaşında olan ortaokullu genç kızların hepsi büyümek, Madonna gibi olmak istiyor. 80'lere has kabarık saçlar, abartılı makyaj, uçuk kaçık kıyafetler ilgilerini çekiyor.
Kahramanımız Jenna da bu gençlerden biri. Poison dergisini okumaya bayılıyor. Dergideki mankenlerin çok güzel olduklarını düşünüyor. Hâliyle tüm ergenler kendilerini çirkin bulduğundan, Jenna da aynı düşüncede. Okulundaki kızlar çetesine katılmak için her şeyi yapmaya razı.
Hatta sırf doğumgünü partisine gelsinler diye onların ödevlerini yapıyor. Zaten ne oluyorsa da o doğum günü partisinde oluyor. Jenna'nın en yakın arkadaşı, fotoğrafçı Matt ona oyuncak bir ev ve bir dilek tozu hediye ediyor. Kızlar çetesi, kendilerinen beklenildiği üzere, Jenna'ya kazık atınca, kendisinin 30 olmayı dilemekten başka çaresi kalmıyor.
İşte bizim başrolde yer alan Jennifer Garner ile tanışmamız da bu dileğin sonrasına tekabül ediyor. Hepinizin tahmin edebileceği üzere dilek gerçek oluyor ve Jenna bambaşka bir yaşama sahip oluyor.
Kim 1987'den 2004'e, hem de 17 yaş büyüyerek, ışınlansa şoka girer. Aynı şey genç kızımıza da oluyor. Güzel vücutlu zeki bir kadın olmak, ünlü bir erkek arkadaş, dergi editörlüğü (Poise) belki de birçok genç kızın (tabii benim değil) rüyalarını süsler, ama dediğimiz gibi bir anda olunca önceleri zor geliyor. Neyse ki alışması çok zor bir durum değil de uyum sağlanabiliyor.
Filmin bundan sonraki kısmında ise kıssadan hisselere geçiliyor. İnsanları aldatmanın, vefasızlığın, başarı için her yolun mübah olduğunun ne kadar kötü davranışlar olduğu gözümüze soka soka anlatılıyor. Hata yapmadan önce iyice bir durup düşünmek gerektiği, bazı şeylerin geri alınamayacağı da filmden çıkarılacak diğer dersler.
Film bu dersler ile yalnızca çocuklara ya da ergenelere hitap edebiliyor. Biz genç yetişkinlerse, sinema salonunda, bayılmaktan kendimizi zor alıkoyuyoruz.
Bize hitap eden sahneler genelde 80'leri anan sahneler oluyor. Michael Jackson'un Thriller şarkısının klibindeki dansları aynen yapan kalabalık bir insan grubunu görmek eğlenceli olabiliyor. Ya da 1987'de Love is A Battlefield şarkısını dinleyip, derin düşüncelere dalan genç kızlar gülümsetiyor. Bunlar dışındaki gülümsetme çalışmaları yine yaşı daha küçüklere uygun olarak hazırlanmış.
Kadınların çoğu için 30 yaşına basmak kabus görmekle aynı ayardayken, Jenna'nın böyle isteklerde bulunması kulağa garip gelebilir. Yalnızca 13 yaşındaki bir kızın böyle hayalleri olabilir herhalde, diyebilirsiniz. Bu düşünceleriniz cevapsız kalmıyor, hiç merak etmeyin. Yetişkin olmanın öyle pek de zevkli bir şey olmadığı aslında alınacak derslerin en anlamlısı oluyor. Ne diyelim? İsterseniz çocuklarınızı götürün...