İçi Boş <br>Bir Kahramanlık Öyküsü
Yazar: Zeren SomunkıranHollywood’un içi kof kahramanlık öykülerinden Amerikalı sinemaseverler dahil dünya izleyicisinin büyük çoğunluğunun artık çok sıkıldığı bir gerçek. Ama nedense bu ayan beyan açık gerçeği görmek istemeyen yapım şirketleri, ısıtıp ısıtıp aynı öyküleri önümüze getirmekten vazgeçmiyor. İnsanın, gözlerine kocaman bir sis perdesi indiğine ya da 'üç beş aksiyon sahnesi koyduğumuz her film nasıl olsa tutar' anlayışı ile hala bu iç bunaltıcı duruma devam ettiklerine inanmaktan başka bir şey yapası gelmiyor.
Büyük Baskın da, ne yazık ki noktasından virgülüne kadar bu tarz filmlerin bütün klişelerini ve iç bayıltıcılığını içeriyor. İnsanın, böyle bir film yapabilmek için 80 milyon dolar harcandığına gerçekten inanası gelmiyor. Hele hele bir de oyuncuların aylarca bu film için eğitim almış oldukları falan düşünülünce onlar adına mı üzülmeli, yoksa bu filmi kaza ile de olsa izlemek zorunda kalan biz insanların harcadıkları vakte mi üzülmeli kestirmek zor.
Bu tarz filmleri artık Amerikalı izleyicilerin bile yutmadığı ve sürekli aynı yemeği yemek istemedikleri, filmin Amerika’da sadece 10 milyon dolar hasılat yapmış olmasından belli. Eh ne de olsa artık Amerikalıların milliyetçilik duygularını kaşıyacak yeni mevzular mevcut. İkinci Dünya Savaşı’ndaki kahramanlık öyküleri artık fazla demode kalıyor. Şimdi moda, Ortadoğulu eli kanlı teröristlere karşı kahraman olmakta. Bu gerçeği henüz farketmemiş bazı yapımcılar hala İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde gezinmeye devam ediyorlar. Ama merak etmeyin, onların güne ayak uydurmalarına çok az kaldı. Muhtemelen önümüzdeki 30, 40, belki de 50 yıl boyunca vatandaşlarını ’öcü’ doğululardan cesurca koruyan kahraman Amerikalıların hikayelerini izleyeceğiz.
Zaten böylesi bir dolu film vizyondan gelip geçiyor, bu filme bu kadar yüklenmek neden derseniz, elbetteki yönetmen John Dahl ya da oyunculardan herhangi birine garezim yok. Sadece şu an işim, bu filme bir eleştiri yazısı yazmak. Ama size şöyle bir öneride bulunabilirim. Bu yazıyı, benzer bir dolu filmin eleştiri yazısı gibi de okuyabilirsiniz. Tek yapmanız gereken yazıdaki Büyük Baskın yerine, izlediğiniz o filmi koymak olacaktır. Bir de oyuncu isimlerini falan değiştirin yeter.
Filmin size bir yerlerden tanıdık gelip gelmeyeceğine karar vermek için biraz öyküsünden bahsedelim: 2. Dünya Savaşı’nın son zamanlarında bir grup Amerikan askeri, Japonlar tarafından esir alınır. Koşullarının kötülüğü ve çıkışsızlığı ile ünlü olan bir kampa götürülen askerler için ’kahraman’ diğer Amerikalı askerler tarafından bir kurtarma operasyonu düzenlenecektir. Japon sınırından geçip düşmanla örülü topraklardan 30 mil kadar ilerleyerek kampa ancak ulaşabilecek olmak gibi zorluklar, bu ’kahraman’ askerler için hiç önemli değildir. Onlar, bu operasyondan sağ kurtulma şansları olmasa dahi arkadaşlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünmemektedirler. Çünkü onlar vatanseverdir, gerçek kahramanlardır. Kulağa ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
Gerçekte yaşanmış olduğu söylenen bu olay, savaş trajedisini yaşamış insanlar için hiç de basit görünmeyebilir. Ama buram buram milliyetçilik kokan ve Amerika’da vizyona sokulma tarihinde bile bu milliyetçilikten izler bulabileceğiniz bir film ise söz konusu olan insanın, bu yaşananlara trajedi gözü ile bakması mümkün olmuyor.
Filmin Amerika’da vizyona sokulma tarihi, Japonya’nın savaş sonunda teslim olduğu 15 Ağustos’tan üç gün önceye denk geliyor, yani 12 Ağustus 2005. Filmin yapımcıları, Japonya’nın mağlubiyetinin 60. yıldönümünü bu film ile kutlamak istemişler anlaşılan. Bu filmin, 2 sene sonra neden bizim ülkemizde vizyona sokulduğunu ise anlamak hiç mümkün değil. Yaz aylarında vizyona sokocak eli yüzü düzgün film kalmamış olabilir ama bu kıtlıkta bile tercih edilen filmin Büyük Baskın olması gerçekten ilginç.
Kahramanlık edebiyatını ve milliyetçi söylemlerini bir yana koysanız ve filme sadece bir savaş filmi gözünden baksanız bile filmin elle tutulacak bir yanı olduğu pek söylenemez. Savaş koşulları içinde herkesi korkusuz birer kahraman adayı olarak gösteren filmler, özellikle Clint Eastwood’un Iwo Jima’dan Mektuplar filmi gibi, ne kadar kahramanlık ve milliyetçi duygularla dolu olursa olsun savaşta insan faktörünün zaaflarını gösteren filmleri izledikten sonra iyice değerini yitiriyor ve göze batıyor.
Yapım tarihinden iki yıl sonra ne akla hizmet sinemalarımızı ’şereflendirdi’ bilinmez ama hala ucuz Amerikan kahramanlık ve milliyetçilik pompalamalarından sıkılmamış olanların çok keyifli zaman geçireceklerini garanti ederim.