Bir grup dahi çocuk gerçekçi simulasyonlarla uzaylı yaratıklara karşı savaşır...
Yazar: Oktay Ege KozakOrijinal romanı 1985 yılında basılmış olmasına rağmen 2013 yılı ilk Ender’s Game’in sinema uyarlaması için aslında gayet yerinde bir zaman. Orson Scott Card’ın yıllar sonra halen bilim-kurgu edebiyatına yeni başlayanlar için gerekli bir eser olarak gösterilen romanı yazıldığı sırada, hikayenin betimlediği detaylı uzay savaşı simülasyonları gerçek hayatta bulunmuyordu.
Şimdi ise 70'li yıllarda aya inmeye yardımcı olan bilgisayarların on binlerce katı hesaplama gücü olan işlemcilere sahip konsol ve bilgisayarlardaki foto-gerçekçi oyunları bırakın, minnacık telefon ekranlarında bile yirmi yıl önce rüyasını dahi kuramayacağımız gerçeklikte oyunlar oynamak mümkün. Bu yüzden bir grup dahi çocuğun gerçekçi simulasyonlarla uzaylı yaratıklara karşı savaşmasını anlatan hikaye belki 80'li yılların gençlerinden bile daha çok günümüz çocuklarına çekici gelecektir.
Hollywood, bilgisayar oyunlarının popülaritesinden para koparmak için otuz yıldır elinden geleni yapıyor. Kanımca gerçek hayatta bulunan oyunlardan halen doğru düzgün bir adaptasyon yaratamamış olan sinema sektörü, bilinen bir oyunu uyarlamak yerine bilgisayar oyunlarının genel dünyasında geçen hikayelerde daha başarılı oluyor. Jeff Bridges’in kendini bir bilgisayar oyunu içinde bulduğu orijinal Tron’dan geçen senenin en iyi animasyonlarından biri Wreck-it-Ralph’e kadar bir sürü örnek var.
Bu türün Ender’s Game’e en yakın olan örneği kanımca 1984 yapımı The Last Starfighter’dır. O filmde 8-bit bir uzay arcade oyununu yalayıp yutan bir genç, uzaylılar tarafından oyundaki yeteneklerini gerçek düşmanlara karşı kullanması için davet ediliyordu. Artık 8-bit Nintendo konsol oyunlarını geride bıraktık ve kahramanımız Ender Wiggin’i (Asa Butterfield) iPad benzeri tabletlerle düşman uzaylı gemilere karşı savaşmasını izliyoruz.
Bir bilgisayar oyunu filmi ile askeri dramayı bir araya getiren Ender’s Game, karıncalara benzeyen uzaylı yaratıkların olası bir saldırısına karşı uzaktan kumandayla sürülen uzay gemilerini yönetmekle sorumlu olacak dahi çocukların sert Albay Graff kumandası altındaki eğitimine odaklanıyor.
Filmin ilk iki perdesini oluşturan akademi sahneleri aslında gayet epizodik ve alışılagelmiş bir hikaye yapısı sergiliyor. Katıldığı müfreze tarafından sevilmeyen Ender, beklenmedik stratejik bir başarıya imza atıyor ve hem grubunun saygısını kazanıyor, hem de bir üst gruba terfi ediliyor. Yeni gruptaki hikayesi ise aynı konfigürasyonda devam ediyor. Bu sahneleri banal olmaktan kurtaran iki element var: Aralarında True Grit’ten tanıdığımız Hailee Steinfeld’in de bulunduğu çocuk oyuncuların tutkulu performansları ve yerçekimi olmayan bir stadyumda takımlar arasında oluşan simülasyon lazer savaş sekansları...
Tabii ki Gravity’nin nefes kesen görsellerinden sonra Hollywood, Alfonso Cuaron’un teknolojisini taklit etmenin yolunu bulana kadar artık hiç bir başka yerçekimi olmayan uzay sekansı pek te aynı oranda tatmin etmeyecek. Fakat Ender’s Game’in lazer oyunu sekansları filmin en eğlenceli anlarını yaratmayı başarıyor.
Kitabı senaryoya uyarlayıp filmi de yönetmiş olan Gavin Hood’un son yönetmenlik denemesi X-Men Origins: Wolverine o kadar ciddiyetsizdi ki, dağıtımcı stüdyosu 20th Century Fox filmden elini ayağını çekmek için elinden geleni yaptı ve bir Wolverine filmi daha ısmarladı. İlk yüksek bütçeli özel efekt filminden ağzı yanan Hood ise bu sefer sürüyle savaş ve patlama dolu sekansları gururla sunuyor, fakat Tsotsi ve Rendition gibi başarılı dramalardan gelen karakter bazlı ve duygusal bağlantıyı da unutmuyor.
Filmin hikayesi Card’ın kitabını olabildiğince sadık bir biçimde takip ediyor ve bu yüzden kitabın pozitif taraflarıyla negatif taraflarını da aktarıyor. Mesela hikayenin düşmanın duygularını anlamanın önemine odaklanan teması, Starship Troopers’ın böceklerine benzeyen uzaylı yaratıkların bilindik ve özelliksiz yapıları yüzünden yerle bir oluyor. Filmin duygusal bir bağlantı kurulmasını beklediği sonu, hikaye bize uzaylı cins hakkında pek bir bilgi sunmadığı için havada kalıyor.
Ender’s Game bütün günlerini ellerinde iPad oyun oynayarak geçiren çocukların ilgisini kesinlikle çekecektir. Film ara sıra büyüleyen bilgisayar oyunu görsellikleri arasında çaktırmadan disiplin, kontrol ve şefkat gibi önemli mesajları da araya sıkıştırmayı başarıyor.
Son olarak filmin etrafında oluşan boykot haberlerinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Orson Scott Card’ın geçmişte yayınladığı, LGBT insanların hapse atılması gerektiğine dair iğrenç yorumları yüzünden LGBT toplumu tarafından filmin boykotu isteniyor. Filmi dağıtan Summit Stüdyosu, Card’ın filmin karından para kazanmayacağını açıkladı fakat bu bildiriye inanmak biraz güç, özellikle Card’ın filmin yapımcılarından biri olduğunu akla getirirsek. Fakat kitap veya film içinde bu konuya dair hoşgörüsüz fikirler yok, hatta başka kültürleri ve bakış açılarını anlamanın önemini vurguluyor hikaye. Bir yazarın yazdığı bir kitap ile hoşgörüyü savunup aynı zamanda başka yazılarıyla kocaman bir grup insana bu denli şiddetli bir nefret ile nasıl yaklaşabildiğini ise anlamak zor.