Hesabım
    Babasının Kızı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Babasının Kızı

    <b>Babasının Kızı</b>, Smith’in Susamı

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Kevin Smith bir avuç filmiyle bağımsız sinemanın tartışmalı ortamında kendi dünyasını yaratmayı başaran isimlerden biri oldu. Clerks, Mallrats, Chasing Amy ve Dogma gibi kültlerinin bağımsız çevrelerde gördüğü ilginin sonucu ise, özellikle Smith dünyasından beslenmeyi sevenlere yönelik hınzır bir film olan Sessiz ve Derinden. Yönetmen beyazperdede kendi dünyasında rahatça gezinmeyi sürdürürken, çizgi roman dünyasındaki ağırlığını da arttırmaya devam etti. Senaryosuna katkıda bulunduğu çizgi romanların gördüğü yoğun ilginin ardından, çizgi roman sanatının ağır toplarından birine dönüştü. Fakat ilgisi ve yeteneği bilinmesine rağmen, göz önünde olması kimi zaman komik durumlara yol açabiliyor. Garth Enis ve Steve Dillon'ın yarattığı ve gerçekten de içerdiği yoğun şiddete rağmen son derece önemli bir seri olarak kabul edilen Preacher'a yazdığı önsözün ardından yaşanan bir olay örnek olarak gösterilebilir.

    Smith'in, Preacher'ın filmlere gitmekten bile çok daha eğlenceli olduğunu söylediği bir cümlesi kitabın kapağında yer alınca, bir çizgi roman dergisi de kapağına "Evet, belki de senin filmlerinden." diye yazarak, sinemacıya esprili bir cevap vermişti. Smith ise serinin daha sonraki bölümleri için yazdığı bir yazıda, bu cevaba biraz bozulmakla birlikte Preacher'ın kendi filmlerinden daha eğlenceli olduğunu kabul etti. Eğer bu yorumu Babasının Kızı (Jersey Girl) için yapmış olsaydı, karşılaştırma yapmanın anlamsızlığını bile unutarak sonuna kadar hak verebilirdik kendisine...

    Kevin Smith'in eski çalışmaları bağımsız sinemayı yakından takip edenler tarafından bile çok fazla bilinmiyor. Fakat özellikle Clerks ve Chasing Amy'nin ülkemizde de azımsanmayacak bir hayran kitlesine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yönetmenin ilginç karakterler yaratmak konusundaki yeteneği ve popüler kültürden beslenen zekice mizahı onu kendi kuşağının en yetenekli senaristlerinden birisi yapıyor. Bu yüzden, sinemasına ucundan kıyısından bulaşmış olanlar için Sessiz ve Derinden, Smith'in en iyisi olmamasına rağmen vizyon adı gibi yakalamayı başarmıştı bizi. Yönetmen, bu çalışmanın ardından Daredevil gibi filmler için küçük rollerle kamera önüne geçerek, kendisini Smith dünyasından "Sessiz Bob" olarak bilen takipçilerini şaşırtmayı sürdürdü.

    Fakat bu keyifli şaşkınlıklar, Babasının Kızı projesiyle ortaya çıkanların yanında oldukça sönük kalıyor. Smith'in bir baba ve kızının bağlılığını ortaya koyacağını söylediği yapım ilk ortaya atıldığında bazı fanları tarafından espri malzemesi yapılırken, ilginç bir romantik komedi bekleyenler de az değildi. Karşımızdaki yapım, şüphesiz bağımsız bir yönetmenin sıradan bir öyküyü farklı bir şekilde ele aldığı ilginç bir çalışma değil. Fakat Smith'in eski ruhuna arkasını dönüp kiralık bir yönetmen mantığı ile bir stüdyo filmi ortaya koyduğunu da söylemeyiz. Hatta tam tersi fazlasıyla kişisel bir film var karşımızda...

    Öncelikle, karısını ilk çocuklarını doğururken kaybeden ve kızının sorumluluğunu tek başına üstlenmek için baba evi New Jersey'e geri dönen Ollie Trinke rolünde Ben Affleck'in iyi bir performans sergilediğini söyleyelim. Yakın zamanda izlediğimiz Hesaplaşma'da (Paycheck) resmen dökülen Affleck, eski yönetmeniyle doğru bir elektrik yakalamakta zorlanmamış. Bu durum oldukça sevindirici çünkü Affleck'in rolü Jennifer Lopez gibi kısa değil, dört yıl önce bir kız çocuk babası olan Smith'in babalık deneyimlerinden esinlenen filmin babası ondan başkası değil.

    Smith, kendi kızıyla olan ilişkisinden ve aile yaşamına olan düşkünlüğünden yola çıkmış olsa da, benzerlerini daha önce de gördüğümüz bir öykü anlatıyor. Kızının sorumluluğunu yüklenmek ile kariyeri arasında bir seçim yapmak zorunda kalan ve en sonunda şehir yaşamını bırakıp küçük hayatına geri dönen Trinke, kızı büyüdükten sonra bir kez daha New York'a dönmeye yelteniyor fakat bunun için ailesinden destek bulamadığı gibi, New Jersey ile bağlarının düşündüğünden güçlü olduğunu fark ediyor.

    Smith, küçük yerlerin küçük hayatlarına ve sıcak aile ilişkilerine duyduğu özlemi samimi bir şekilde ortaya koysa da, verdiği duygu açısından bildik bir film ortaya koymuş. Ağızda bıraktığı tat fazlasıyla aşina ve eski Smith filmlerinin yırtıklığından eser yok. Fakat yönetmenin kendi projesi olduğunu hissetiren yönleri de yok değil. Bunları özellikle Liv Tyler'ın canlandırdığı, gözlük fetişistlerini kendinden geçirecek olan Maya karakterinin katılmasından sonra görebiliyoruz. Ben Affleck ve kızının öyküsü filmin aile filmi yönünü temsil ederken, Maya ile olan ilişkisi bağımsız sinemaya daha yakın.

    Tyler'ın Affleck'in uzun zamandır kimseyle yatmadığını öğrendikten sonraki iyi niyetli baştan çıkarmaları ve adama duyduğu sevgiyi sessizce yaşaması son derece etkileyici. Fakat ne yazık ki bu ilgi çekici ilişki filmin esas öyküsünün ardında unutulup gidiyor. Maya ise bir süre sonra arka planda olayları izleyen bir figürana dönüşüyor. Filmin Trinke'nin işi nedeniyle müzik dünyasına yaptığı göndermeler de şüphesiz Smith'in tarzını yansıtıyor. Fakat Trinke ile kendisine bir menajer arayan Will Smith arasında geçen diyalog, ilginç bir fikir olmasına rağmen yaratıcılıktan biraz uzak.

    Bir baba ile kızının diğer her şeyin üzerindeki bağlılığını ortaya koyan yapım, aile filmlerinden hoşlananları kendisine bağlayabilir. Fakat Smith kişisel deneyimlerinden ve hatta zaaflarından yola çıktığı filmle, tüm samimiyetine rağmen bizi tatmin edemiyor. Smith dünyasından izler taşıyan Maya ve kimi diyaloglar ise en azından yönetmenini hatırlatma vazifesi görüyor.

    Film neyse ki yönetmenin sinemasında yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmiyor. İlginç bir süper kahraman filmi olacak olan yeni projesi Green Hornet'ı beklerken, bir The Cure şarkısını eksiksiz dinleten bu filmi izlemek de baştan sona bir can sıkıntısı değil. Smith'in eski filmlerini anımsatan susamlardan eksik kalmamak için de izlenebilir.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top