Hesabım
    Yarından Sonra
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Yarından Sonra

    <b>Yarından Sonra</b>: Amerikan Rüyasının Yıkılışı

    Yazar: Sibel Maksudyan

    Daha önceden de bildiğimiz, üstüne bir de Şirket ve Benim Cici Silahım belgesellerinde de izlediğimiz gibi, ABD'deki yayın organları (en çok da televizyondaki 'reality show'lar) ülkede yaşayanları sürekli olarak diken üstünde tutma, her daim kurmaca kötülüklere hazırlama misyonunu üstlenmiş durumdalar (gerçi tüm dünyada medyanın üstlendiği bariz rol bireyleri uyutmak; ama şimdilik konumuz bu değil). Hele 11 Eylül saldırılarından sonra, sanki bu felaket tellallarının teorileri kanıtlandı ve toplumun ırk ayırımcılığı ve paranoya seviyesi daha da arttı.

    Tabii bu seviyeyi sabit tutmak için yıllardır gizli ya da açık mesajları olan filmler de yapılmakta. Bu filmlerde ortalığı yakıp yıkmak isteyen Arap teröristler, Amerikan asıllı olmayan uyuşturucu tacirleri, para babaları ve fazlasıyla saldırgan zenciler kol gezmekte. Zaten kötülerin temel amacı, herkesin sahip olmak istediği 'Amerikan Rüyası'nı yıkmak.

    Yine de hayal gücü biraz daha geniş olan bazı senaristler ve yönetmenler ise, rüyayı insan eliyle değil de canavarlar, uzaylılar ya da engellenemeyen doğal afetler yoluyla yıkmayı seçiyor. Ancak sorun şu ki bu filmlerde de Amerikan düşünce yapısı ve politikası asla ihmal edilmiyor; aksine size dayatılmaya ve haklı gösterilmeye devam ediliyor.

    Küresel ısınmayı konusunun merkezine alan ve Bush'un bu konudaki tavırlarına muhalif gibi gözüken, bu sebeple çevreciler tarafından da merakla beklenen Yarından Sonra için de sistem karşıtı bir film demek pek mümkün değil.

    Filmde küresel ısınma nedeniyle eriyen buzullar, sıcak su akıntılarını değiştirip, havanın inanılmaz derecede soğumasına sebep oluyor. 24 saat boyunca hiç durmadan kar yağıyor, insanlar sokaklarda donuyor, gökten buz kütleleri düşüyor, kasırgalar her yanı yıkıyor... Bu olaylar üzerine 10 gün gibi kısa bir süre içinde iklimlerin değişip, yeniden Buzul Çağı'na dönüşün başlayacağı, kuzey bölgelerde yaşamanın pek mümkün olmayacağı öngörülüyor.

    Konuya bakılınca bir acayiplik ya da propaganda yok gibi. Ama genele değil de özele bakacak olursak çok ilginç bir manzarayla karşılaşabiliriz. Filmdeki en güzel örnek şu: Havanın bu şekilde soğuması üzerine olabildiğince fazla insanı kurtarabilmek için, ABD'nin ortasından bir çizgi çizilirse, bu çizginin güneyinde kalan eyaletlerdeki insanların Meksika'ya tahliye edilmesine karar veriliyor. Ama kaderin cilvesine bakın ki Meksika Hükümeti çaresizlik içindeki Amerikan halkına sınırlarını kapatıyor. Yıllardır aynı işlemi Meksikalılar'a uygulayan ABD için bir ders niteliğindeki bu uygulama, tamamen insanlık dışı (Meksikalılar!). Yine de bir şekilde halkını kurtarmak isteyen ABD Başkanı, Meksika'nınkiyle bir anlaşma yapıyor ki inanılmaz eğlenceli: Latin Amerika ülkelerinin borçlarının silinmesi karşılığında Amerikalılar, Meksika sınırında bir mülteci kampına yerleştiriliyor. Filmin sonunda da ABD Başkanı, 3. Dünya Ülkesi olarak hitap edip, bir bakıma aşağılık gördükleri bu ülkenin insanlarının ne kadar konuksever olduğunu söyleyerek, halkların kardeşliğini bize anlatıyor.

    Tabii bu olaylardan sonra, 'her şey karşılıklı' ilkesini benimseyen Meksikalılar'dan nefret mi etmemiz gerekiyor; konukseverliklerine teşekkür mü etmemiz gerekiyor; yoksa zaten ABD hükümet ve ordu politikaları yüzünden bu kadar borç içinde olan Latin Amerika ülkelerinin borçlarını silen yüce ABD'ye müteşekkir mi olmamız gerekiyor; bilemiyoruz.

    Başka ülke insanlarına bu çok tarafsız (!) bakıştan başka, filmde 'Amerikan Rüyası'nın yıkılışı da alasıyla var. Tabii bu rüya ikonlarıyla bir rüya olduğundan, Los Angeles'taki ünlü Hollywood yazısının ve şehir merkezindeki gökdelenlerin harap oluşu, New York'taki Empire State Binası'nın yıkılışı ve en önemlisi Özgürlük Heykeli'nin sular altında kalması tesadüf değil. Film 11 Eylül'den önce çekilmiş olsaydı, muhtemelen Dünya Ticaret Merkezi binaları da yıkılırdı. Gerçi belki de bu olaydan sonra çekilmiş olduğu için en çok zarar gören, en çok kendinden geçen şehir de yine New York oluyor.

    Karşı konulamaz doğal afetler karşısında, çevreyi korumadığımız müddetçe, Tanrı'ya dua etmekten (tabii inananlar için) başka bir çaremiz olmadığı filmin belki de dile getirdiği en doğru, en çevreci ifade. Çünkü bunun dışında biraz amacından sapmış, yukarıda da açıkladığım gibi zaten devam ettirilmeye çalışılan sistemin sularının tam da içine yelken açmış durumda. Filmi belki de çok suçlamamak lazım. Bu ne de olsa yapımcılarına bol para kazandırmak için yapılmış, büyük bir stüdyo filmi...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top