Benim Adım Kırmızı
Yazar: Orkan ŞancıÇizgi roman serilerini sinemaya uyarlamanın başlıca iki zorluğu vardır. Birincisi, uyarlamaya karar verdiğinize göre bu serinin önemli sayıda seveni var demektir. Onların zekasına hakaret etmeyecek ve mümkünse beğenecekleri bir film çekmeniz gerekir. İkincisi, başlı başına bir sanat dalı sayılması gereken çizgi roman dünyasını peliküle taşıma zorunluluğudur. Süper kahramanları, gündelik hayatın içine sokamazsınız. Okuyucu zaten içinde bulunduğu dünyadan soyutlandığını hissettiği için bu maceraları sever. Onlara, bildikleri dünyayı sunamazsınız. Bu film, iki engeli de aşmayı başarmış, hem de yanında iyi bir senaryo olmamasına karşın.
Meksikalı yönetmen Guillermo Del Toro, ikinci Blade filminde yaptıkları ile Hellboy projesi için doğru isim olabileceğini göstermişti. Del Toro bu kez, hem teknik yeteneklerini gösterebileceği, hem de dramaya yönelebileceği bir film bulmuş. Ne var ki kendi yazdığı senaryonun dramatik yönünün zayıflığı kendi yönetmenliğine puan kaybettirmiş. Kırmızı renkli kahramanımızın kalbini sürekli konuşturuyor ama boş konuşturuyor. Tema aslında güzel ve bir başka vizyon filmi Shrek 2'dekiyle aynı. İnsanların kendilerini olduğu gibi kabullenmeleri ve gerçek aşkın da zaten bunu gerektirmesi...
Hellboy da tıpkı diğer süper kahraman öyküleri gibi iyi ile kötünün mücadelesini işliyor. Oradan geldiği düşünüldüğü için Cehennem Çocuğu diye adlandırılan kahramanımız, kişilik olarak Superman'den çok Spider Man'e yakın duruyor. Ama biraz yakın, fazla değil. Herşeyden önce o, kötülük yapması için doğmuş biri ama her kötünün içinde olduğu gibi onun da içinde iyilik var. İyi kalpli bir profesör ve sevgisini esirgemeyen(!) hükümet sayesinde bu iyilik büyüdükçe büyümüş, sonunda Hellboy kötülere karşı onların silahları ile savaşan biri haline gelmiş. Yani kötüleri kendi silahlarıyla avlama durumu söz konusu.
Ne var ki, Hellboy'un asıl dert ettiği, dev boyuttaki düşmanları değil, bir türlü söz dinlemeyen yüreciği. Kalın kırmızı derisinin altında küt küt atan, sevdiği kıza açılmayı bekleyen bir kalp var. Sevdiği kız da pek normal değil ama Hellboy, kendisine göre daha normal/güzel olduğunu düşünüyor. En azından boynuzları yok! Kızın kendisini beğenmediğini biliyor ama bir türlü vazgeçemiyor. Bu durum, 20 yaşındaki toy kahramanımızı sürekli rahatsız ediyor, dikkatini dağıtıyor, olması gerektiği yer ve zamanı ıskalamasına yol açıyor.
Hellboy ile alev alev tutuştuğu Liz karakteri arasındaki ilişki, filmin sırtını yasladığı başlıca dramatik öğe. Bunun dışında Hellboy'un, dünyaya gelişindeki travmatik olayı, büyümesi sırasındaki olumsuzlukları ve sivil dünyadan izole edilmiş yaşantısını kafasına pek takmadığını görüyoruz. Hellboy ve filmin bulabildiği tek sıkıntı bu, aşk...
Kendi adıma söylemeliyim ki, Tim Burton'un ilk iki Batman (özellikle de ilki) filminin aşılabileceğini düşünmüyorum. Kahramanların karizma farklarından söz ediyor değilim. Yönetmenin karakterle özdeşleşmesinden de söz etmiyorum. Del Toro bu proje için doğru bir isim. Çünkü öykü anlatmayı biliyor ve Mimic'ten bu yana dev canavarlarla insanları kapıştırmakta bir hayli yol aldı. Üstelik Hellboy ile özdeşleşme konusunda da sorunu yok gibi. Peki sorun ne? Sorun, Hellboy'un anlatacak fazla hikayesi olmaması. Kötülere karşı savaşan süper güçlü bir kahraman ve çirkin olduğu için insanlar tarafından kabullenmiyor. Hepsi de defalarca işlenmiş dinamikler ve film kötülüğün içindeki "iyilik" ve "insanı insan yapan nedir" gibi soruların ötesine geçemiyor. Eğer 70'lerde olsaydık belki hayli dolu görünecekti; ama bu haliyle Hellboy senaryosu, umulan başarının çok uzağında. O zaman özetlersek, Guillerme Del Toro, bu film için doğru yönetmen ama doğru senarist değil.
Dramatik yapının sığlığı, filmin tamamına zarar veriyor (hep öyle olmaz mı?). Drama da komedi gibi, ya tam yapacaksın ya da hiç dokunmayacaksın. Drama aksayınca, aksiyon örgüsünün zayıflığının göze çarpması önlenemiyor. Bunun dışında Del Toro, olasılıkla bir seriye dönüşecek hikayeyi anlatmaya iyi bir yerden giriş yapmış görünüyor. Kahramanın ortaya çıkışını gayet düzgün verdiği gibi, finalin de bu olayla bağlantılı kötü adamlarla gerçekleşmesini sağlıyor. Kahramanın romantik olması dışında, kedi ve puroya olan sevdası da es geçilmiyor. Yalnız, Hellboy'un mizah anlayışı pek gıdıklamıyor. Öğrenmeye devam eden kahramanımızın, puronun kibritle yakılmasının artılarını öğrendiği sahne ise hoş.
Güzel ve çirkin hikayesine aşina bir isim aslında başrol oyuncusu Ron Perlman. Yıllar önce televizyonda Linda Hamilton'ın karşısında gördüğümüz aslan görünüşlü/yürekli adam Perlman'dan başkası değildi. Hellboy, sanki ona bakılarak çizilmiş bir tip aslında. Her gün 5 saate yakın makyaj yapılması gereksiz sanki. Belli ki, aktör bu filmde makyajdan çok, güzel ve çirkin arasındaki aşk temasını işleyecek güzel repliklere ihtiyaç duymuş. Ama o replikler gelmemiş bir türlü. "Görüntüm için yapabileceğim bir şey yok. Sadece hep böyle yakışıklı kalacağıma ve senden asla vazgeçmeyeceğime söz verebilirim". Laf mı bu? Şöyle olabilirdi; "Maalesef sana olan aşkımı anlatabilecek replikler yok elimde. İki şey için söz verebilirim; önce senaristi öldüreceğim sonra da senin fotoğrafını çekeceğim"...
Hep diyoruz ya, senaryo önemli bir şey değildir, herşeydir. Yetenekli bir yönetmen, iyi oyuncular, başarılı işçilik, ama kötü senaryo yüzünden hepsi can çekişiyor. Ron Perlman'ın hatırına şöyle bitirebiliriz, Hellboy, kötü bir senaryosu olan iyi bir film, ne kadar iyi olabilirse.