10 ÜZERİNDEN 10 BU GÜNE KADAR ÇEKİLMİŞ EN BÜYÜK VE GERÇEKÇİ SUÇ FİLMİ
Rio de Janerio’nun varoş mahallesi Cidade de Deus, yani Tanrıkent’teki organize suçların artışını gösteren City of God, 60’lar ve 90’lar arasındaki süreci, bu suç şehrinde masumiyetini korumaya çalışan Rocket isimli çocuğun gözünden anlatıyor. Sonunda da yazıldığı gibi, film gerçek bir hikâyeden kurgulanmış ve bu varoş mahallesi, uyuşturucu istismarı, şiddet suçları ve bir çocuğun kendini yaşadığı mahallenin pençesinden kurtarma çabasıyla gerçeği başarıyla yansıtıyor.
Filmin başrol oyuncularından ‘yoksulluk’, Rocket seyirciye yaşadığı yeri “Elektrik yok, asfalt yok, ulaşım yok” diye anlatırken ilk kez seyircinin karşısına çıkıyor ve film boyunca tüm olanları yönlendiren bir arka plan karakteri olarak perdedeki yerini koruyor. Böyle bir ortamda, çocuklar ve gençler ‘gelecek yok, planlama yok’ gerçekliğinin farkında olarak yetişiyorlar. Okumak gibi bir şansları yok. Kendi gelecekleri, babalarının birer kopyası olmaktan öteye geçemiyor. Yaşadıkları yerden kurtulmanın tek yolu ise zengin bir adamın evini soymak. Rocket bir silahtan fazlasına ihtiyacı olduğunun farkında, oradan kurtulmak için ihtiyacı olan şey bir fikir ve neyse ki kahramanımızın fotoğrafçı olmak gibi bir fikri var. Rocket dışındaki tüm çocuklarınsa tek fikri daha çok çalmak, daha çok içmek ve daha çok öldürmek.
Cidade de Deus, 1960’ta varoşta yaşayanları düzenli bir mahalleye yerleştirmek amacıyla devlet tarafından kurulan -şehir kuramcısı Mike Davis’in Planet of Slums kitabında incelediği türden- bir favela. Devletin kendi eliyle kurduğu bu yer, diğer favelalar gibi daha sonra polisin bile girmekten çekindiği korkutucu bir mahalle haline gelmiş. Polis gücü gibi devlet araçları buraya giremiyor, çetelerse istediklerini yapıyor, sonunda da devlet gücü meşruiyetini tamamen yitirdiğinde toplum kendi adalet sistemini kuruyor. Filmde Li’l Ze’nin tüm rakiplerini öldürerek kendi krallığını kurması ve bu şekilde tüm mahallede huzurlu bir ortamın sağlanması bu durumun açık göstergesi.
Hikâye, 10 yıllık dilimlere ayrılarak anlatılmış. İlk olarak, 60’larda vahşet henüz o kadar çarpıcı değil. Favela yeni kurulmuş, çeteleşme henüz başlamamış, sadece ufak tefek hırsızlık olayları yaşanıyor. Rocket’in abisi serseri olma sebebini beyninin olmamasıyla açıklıyor ve bu dönemde silahların babalardan saklandığını görüyoruz. 70’lere gelindiğinde, Tanrıkent’imiz uyuşturucu merkezi haline geliyor ve işlenen suçların boyutları hırsızlıktan çok daha öteye gitmeye başlıyor. Bu arada Rocket, kendilerine Groovies diyen ve plajda ot içerek sosyalleşen hippi özentisi bir gençlik grubunun parçası oluyor. 80’lerdeyse, Runts (Bücürler) denilen ve hırsızlık yaparak esnafı canından bezdiren çocuk çetesinin karşımıza çıkmasıyla suç işleme yaşının 20 yıl içinde nasıl hızla düştüğünü görüyoruz.
Filmin alt metinlerinde Tanrıkent gençlerinin de diğer gençler gibi klasik genç hislerine sahip olduğu ve yaptıkları birçok şeydeki motivasyonun, tüm dünya gençleriyle paylaştıkları ortak şeyler olduğu görülüyor. Li’l Ze’nin gazeteye elinde silahlarla çıkan fotoğrafına -polisin kendisini yakalama olasılığına karşın- sevinmesi, onun da yaşıtları arasında sosyalleşmek, beğenilmek isteyen bir genç olduğunun göstergesi. Bu durum, bugün sosyal paylaşım sitelerindeki profil fotoğraflarına verilen önemi anımsatıyor. Bugünkü gençlik için Facebook fotoğrafları, sahip oldukları ve kendilerini anlattığını düşündükleri şeyleri göstermek için bir fırsat, bir itici güç. İşte aynı motivasyonla Li’l Ze, çetesini ve silahlarını bu fotoğraf aracılığıyla tüm dünyaya gösterme fırsatı yakaladığı için mutlu oluyor.
Genel olarak filmde bu minicik çocukların nasıl gözünü kırpmadan öldüren, her fırsatta çalan ve uyuşturucu kullanan gangsterlere dönüştüğünü görüyoruz. Onların gözünde bunları yapabiliyor olmak, yetişkin olmakla eş anlamlı ve bu çocuklar o yaşlarda bu yolla birer yetişkin oluyorlar. O çocuklardan duyduğumuz “Çaldım, tüttürdüm, öldürdüm ve şimdi bir erkeğim” anlamına gelen “ja robei, ja fumei, ja matej… eu sou um homen!” sözleri de bu durumun göstergelerinden sadece bir tanesi. Bu hayat tarzı içinde çocuklar suçla flört ederek büyüyor ve ne yazık ki bu durumun sadece Cidade de Deus için geçerli olduğunu söylemek mümkün değil. Tüm metropollerde en az bir tane Tanrıkent var.
Fernando Meirelles’in yönettiği 2002 yapımı City of God’ı değerli kılan en önemli şey ise yerel bir örnek üzerinden küresel bir sorunun anlatılıyor olması. Tanrıkent sadece suçun toplumsal algoritmasını çıkarmakla kalmıyor, gençler arasında şekillenen suç kavramını ve tüm dünya varoşlarında işlenen suçların bireysel etkilerini de gözler önüne seriyor. Bunları yaparken bir yandan da, suç işlemenin bir genç için arkadaşları arasında şöhret kazanma aracı olmasından yola çıkarak, gençliğin önemli kavramsal sorunlarından birine de dikkat çekiyor.