Hesabım
    Tanrıkent
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Tanrıkent

    <b>Tanrıkent</b>: Hardcore şiddet sineması

    Yazar: Atıl Altaş

    Fernando Meirelles, sadece geçen yıl değil, son on yılda şiddet üzerine yapılan filmler arasında bile benzerini zor bulabileceğimiz Tanrıkent (City Of God) ile huzurlarımızda. Bu durumda filmi değerlendirmek de bir zorunluluk halini alıyor. Filmi ele alırken nereden başlanması gerektiği ise oldukça karışık bir konu. Oyuncuların ortaya koyduğu olağanüstü performans, kamera ve ışık ile yaratılan benzeri az sinema estetiği ve filmin kurgusunun yıllanmış şarabın ağızda bıraktığı tada benzeyen zenginliği bir başlangıç noktası olabilir. Ama, gerçekliğin bir an bile düşüşe geçmediği belgesel estetiğinin filmin geneline başarılı bir şekilde yayılması ve 60 ve 70'li yıllar arasında geçen öyküsünün yaptığı keskin analiz de bu noktaya rahatlıkla aday olabilir..!

    Bir yerden baslayalım gerisi gelecektir. Meirelles'in filmden önce yaklaşık sekiz ay Rio'nun favelalarında ön çalışma yaptığını ve film içinde yer alan oyuncuların %90'ının aslında oyunculukla ilgisinin olmadığından başlayalım. Yönetmen yaptığı bir röportajda; film için oluşan fikirlerin ön çalışması ve değerlendirmesi için gidilen favelalardan birinde, otomobillerinden indikten sonraki ilk otuz saniye içinde altı yaşındaki bir erkek çocuğu tarafindan uzunluğu çocuğun kolu kadar olan bir silahla soyulduğunu anlatıyor:

    "O an kendime şu soruyu sordum; bir filmi yapmak ölümle yüzyüze gelmeyi gerektiriyorsa ne kadar gerekli ? "

    Fakat bu deneyim Meirelles'i pek durdurmamış. Amatör tiyatro grupları ile oluşturulan ekipten, her biri kendine özgü düzinelerce karakter yaratmanın güçlüğünden bahsetmeye gerek yok sanırım. Bu başarının arkasında uzun süreli ön çalışmanın olduğunu söylüyor yönetmen. Film, Rio'nun favelalarından biri olan City Of God içinde geçiyor. Öykü 60'lı yıllarda bu favelaların oluşumunu başlangıç alıyor. Karşımıza çıkan önemli karakterlerden biri ve filmin içinde kasıp kavuran Li'l Ze ile başlayalım. On yaşında gangster olmaya calışan, gençlere akıl verip soygun planları ile çeşitli başarılar kazanmaya başlayan ve sonrasında büyük bir gangster çetesinin başı olan ve dünyaya inanılmaz acımasızca yaklaşan Li'l Ze, filmin genelinde yaratılan şiddetin büyük bir bölümünün sorumlusu aynı zamanda.

    Söz konusu şiddet, geçen yılların Brezilya'da yarattığı sosyal değişim ile de şekillenmeye başlıyor. Küçük dükkan soygunları ile uğraşmaktansa büyük vurgunlar peşinde olan Li'l Ze'nin içindeki şiddet bazı zamanlar inanılmaz boyutlara ulaşıyor. İlk cinayetini erkete görevi için dışarıda bırakıldığı genelev soygununda işlerken, silahından çıkan her kurşun onu öylesine mutlu ediyor ki, kahkahaları ile duvarlar çınlıyor. Şiddettin Li'l Ze için yaşamsal bir kaynak olduğunu görüyoruz. Her öldürdüğü kişi kendine daha çok güç katarken, kaybettiği insanlığı bir yerlerde serseri bir kurşun ile yok oluyor!

    Zamanla fotoğraf çekerek kendisini ifade etmeye başlayacak olan kankası Buscape, Li'l Ze ile işbiliği içinde beraber büyürken, 70'ler ile beğeniler, favela kültürü, silahlar, uyuşturucular da değişmeye başlıyor ve yolları ayrılıyor. Tek değişmeyen ise şiddet. (Aslında o da değişiyor, daha da artarak!)

    Filmde görülen bir yaklaşım da, şiddetin çesitli nedenler ile kadınlarla ilintili olması. Açıkcası şiddetin bir kadından geldiğini görmek güç film içerisinde, fakat erkeklerini bir şekilde bu karmaşanın içinden çıkarmak için uğraşırlarken, bu çabaları ne yazık ki pek bir işe yaramıyor. Ölüm, şiddet, plansız ve anlamsızlığı ile peşlerinden geliyor. City Of God'ın yalnız kadınları, Meirelles'ın maço dünyasında hep erkeklerinin arkasından ağlamak zorunda kalıyor...

    Şiddet bazı zamanlar öylesine rahatsız ediyor ki, bu gerçekliğin gerekliliği üzerine düşünüyorsunuz. Bu sizin şiddet duyumunuza bağlı olarak değişkenlik gösterebilir tabii, fakat hatırlanacak bir çok sahnede bu gerçeklik ile abartının arasında gelip gidiyorsunuz. Yakın zamana kadar Brezilya'da çocuk çetelerinin üyelerini sokak köpekleri gibi zehirleyen ya da öldüren polis timleri olduğunu düşünürsek bu şiddet pek abartılı değil diye de düşünebiliriz. Biz küçüklüğümüzde ses çıkaran, su atan oyuncak silahlar ile oynarken, bu gördüğümüz çocuklar ellerinde gercek silahlar ile gangstercilik oynuyor. Oyunun kaybedeni de yaşamıyla ödüyor bunu!

    Sosyal yapı içinde polis ve mafyanın işbirliği içinde çalıştığını, büyük uyuşturucu rantının beraberce yendiğinin sakat gerçekliğini bize sunarken, ölen çete üyesi çocukların bunlardan haberi olmadığını da gösteriyor film. Bir yere bağlı olma isteği duyan ve yaşam garantisinin bireysel bir güçle sağlanamayacağını düşünen yüzlerce genç, silahlanıp kendi çeteleri ve yaşamları için savaşıyorlar. Savaş sözcüğü burada mecaz bir anlamda kullanılmamakta. Gerçek anlamda sokak savaşı olduğunu ve bunu polisin desteklediği adamların sattığı silahlar ile gerçekleştiğini görüyoruz...

    Filmin İngiltere'deki afişinde: Amores Peros Meksika'nın Pulp Fiction'ıydı City Of God da Brezilya'nın Goodfellas'ı yazıyor. Bu ilginç bir tespit ve açıkçası bunda da haklı olduklarını düşünüyorum. Fakat bu tanımlama filmin kendine özgü olmadığı anlamına gelmesin, sanırım belirli düzeyde filmi bir yere oturtma isteği nedeniyle bu çeşit bir kıyaslama yolunu seçmişler.

    Kesinlikle görülmesi gereken bir yapım. Latin Amerika'ya özgülükleri ile kendini ayırabilen bu Brezilya başyapıtının haklı başarısı, ülke gerçeklerini rahatlıkla anlatabilen bir sinema oluşturmasından kaynaklanıyor. Son olarak filmde geçen özetleyici bir cümle ile yazımızı bitirelim:

    Dövüş ama hiçbir zaman hayatta kalamazsın; koş ama hiçbir zaman kaçamazsın!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top