<b>Max</b>, Bir Ressam ve Diktatör Adayı
Yazar: Sanem Türk"Hitler'i anlamak istiyorsanız öncelikle onun sanatçı olduğunu anlamalısınız" diyor Hitler'in biyografisini yazmış olan Ron Rosenbaum. Filmin baştan sona her aşamasını neredeyse tek başına yaratmış olan, yönetmen ve senarist Menno Meyjes'e cesaret veren işte bu sözler.
Max'ı bir Hitler filmi olarak düşünmek sanırım çok yanlış olur. Çünkü Hitler karşımıza o kadar farklı çıkıyor ki. Meyjes gerçekten cesurca bir yaklaşımla hepimizin az çok tanıdığını düşündüğü, 20.yy'ın en büyük diktatörlerinden birini gencecik bir insan olarak önümüze koyuyor.
1.Dünya savaşı henüz bitmiş. Max savaşta sağ kolunu kaybetmiş, bir zamanlar ümit vaadeden bir ressam, zengin bir Yahudi, koca, baba ve artık büyük bir resim galerisinin sahibi. Adolf Hitler, savaştan yeni dönmüş parasız, umutsuz, kırılgan, genç bir ressam. Çok azımız biliriz herhalde Hitler'in güzel sanatlara olan düşkünlüğünü. İşte 'Max' Burada başlıyor.
Eğer faşist bir diktatörün nasıl diktatörleştiğini göreceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü film bununla ilgilenmiyor. Bir tarafta savaş sonrası Avrupası'nda hümanist yaklaşımlar, diğer tarafta o savaşı yaşamış insanların umutsuzluğu. Hitler bunlardan sadece biri. Onun hayatının sadece birkaç haftasına dokunup geçeceksiniz filmi seyrederken. Sıradan bir insan. Diğer milyonlarcası gibi. Peki bu adam nasıl oldu da 20.yy'ın canavarı oldu? Cevabını size bırakıyorlar.
Tercihlerimizle varız. Hitler bu koşulları yaşamış insanlardan sadece biriydi ve hayatını kendi seçimleriyle belirledi. Dediğim gibi cesur bir senaryo. Hitler'in aslında hiçte tanımadığınız, belki de çok bildiğiniz, sizin benim gibi bir insandan var olduğunu görmek. İşte en çok bunu düşündürüyor 'Max'.
Filmi kısaca anlattıktan sonra (başka birşeylerle karşılaştırmak isterdim ancak Meyjes fazlasıyla kendine özgü) kameradan bahsetmek istiyorum. Sanatı, sanatçıyı ve tüm bunlardan para kazananları anlatan bir filmde sanırım bundan daha iyi görüntü yönetmenliği yapılamazdı. Tüm karanlığın içinde ışık oyunlarıyla yaratılan derinlik. Birden Barok ressamları geliyor gözünüzün önüne. Özellikle Rembrandt ve portreleri. Her bir oyuncu bu portrelerden fırlamışçasına dolaşıyor ortalıkta. Dar alanlarda muhteşem bir perspektif yaratılıyor. Karanlığın bu kadar çok kullanılmış olmasına rağmen bu kadar fark edilememesi! Bir ışık demetine takılıp kalıyorsunuz. Karakterlerdeki tüm gerginliği üstünüze odaklıyor bu ışık. Sanki 20. yy. tarihinde suç işlemiş bir insan gibi hissettiriyor kendinizi. Kim olursanız olun tarihin bir noktasında varsınız dolayısıyla tarihe karşı sorumlusunuz.
İşte sıradan bir insanken bu sorumluluğun sizi nerelere getirebileceğinin anlatımı Max ya da Genç Hitler. Marifet herkesi yaşadığı zaman diliminde değerlendirebilmektir diyorum. İnsanları yanlışlarıyla suçlamak kolaydır. Önemli olan yaklaşımlardır. Max 20.yy. tarihine, Adolf Hitler'e bambaşka cesurca bir yaklaşım. Belki en doğru düşünce ve yaklaşım değil fakat farklı olduğu gerçek.