Felsefe Yapan Western
Yazar: Sanem TürkBiraz gecikmeli de olsa, sonunda yeni bir Kevin Costner westerni vizyonda. Hollywood'un hayranı bol romantik yakışıklısı Costner, tarzıyla ilgili kesin kararlar aldığını bir daha açık açık gösteriyor ve son moda akımların uzağında, bir daha, vahşi batının epik romantizminde geziniyor.
Kurtlarla Dans gibi bir filmi yaratmış biri olunca söz konusu olan, ister istemez Uzak Ülke'nin uzağında kalamadık. Montana'nın doğusunda bir yerlerde, geçmişlerinin izlerinden kaçan, batının getirdiği tüm beladan uzak durmaya yeminli dört adamın hikayesi. Endüstrileşmenin en erken aşamalarında, 1882'de, çiftlik ağalarının boy göstermeye başladığı bir vahşi batı manzarası altında, sadece yaşamlarını devam ettirmek için, hiçbir zaman kimseye ait olmamış topraklarda sürülerini süren dört kovboyun hikayesi. Charley, Boss, Button ve Mose.
Ufak bir kasabanın kenarında hayvanlarını otlatmak ve birkaç gün dinlenip yiyecek tedarik etmek için mola verir kovboylarımız. Her zamanki gibi geldiğini haber vermeyen bela halihazırda pusuyu kurmuştur. Kasabayı sahiplenen İrlanda göçmeni çiftlik sahibi kovboyların çekip gitmesini ister ve hayvanlara el koymaya kalkar. Direnen kovboylar bir gece baskınına yenik düşünce çaresiz kasabanın doktoruna sığınırlar ve filmimizin tek kadın karakteri Sue ile tanışırız. Ne o kasabaya, ne de yaşadığı daracak dünyaya sığmayan cesareti ve zekasıyla Charley'in (Costner) hayatını değiştirecek olan Sue'yla. Bundan sonrası hemen hemen tüm westernlerde olduğu gibi cesur kovboylar ve toprak ağaları arasındaki mücadeleyi anlatıyor. Costner bu aşamada sarsıcı bir yenilik getirmiyor, O'nun westerne kazandırdığı, bizim bildiğimiz eli silahlı başlarına buyruk kovboyların, biz sıradan fanilerden çokta farkı olmadığı gerçeği.anlıyoruz.
"Kovboylar kahramanlardır, ama hiç düşünmeyiz, sadece atlarıyla açık arazide bu adamları neler bekler, nasıl hayatta kalırlar. Mesela yağmur yağınca ne yaparlar, ya da acıkınca, ya da hiç hasta olup da doktora ihtiyaç durmazlar mı?" diyor Costner ve çok önemli bir noktayı yakaladığını gösteriyor. Altı üstü insandır onlar da, her ne kadar çocukluğumuzun kahramanları olsalarda. Vahşi sandığımız adamların o kadar da vahşi olmadığını, zeka ve bilgelik seviyeleri yüksek, konuşmasını, oturup kalkmasını bilen, kadın ruhundan anlayan, nazik insanlar olduklarını görüyoruz. En azından Costner'ınkiler öyle.
Costner, bir westerni oluşturabilecek tüm ögeleri yeniden bir araya toplamayı başarmış. Montana'nın muhteşem manzarası ve epik görselliği, oyuncu kadrosunun başarısı ve oluşturulan atmosfer görüntü olarak kusursuz westerni oluşturuyor. Filmin temposunun bayağı düşük olması her ne kadar bu kusursuzluğu bozsa da, hem yönetmen hem de oyuncu olarak derin hisler yaratmayı başarıyor.
Yine de, hata olarak gördüğüm Su Dünyası ve Haberci gibi, Costner'la bağdaştırmayı bir türlü beceremediğim filmlerden sonra, Uzak Ülke'yi yaratma cesaretinden ötürü filmi seyretmek gerektiğini düşünüyorum. Yeni bir Kurtlarla Dans olmuş diyebilmek mümkün değil ama Unforgiven'ın izinden giden ve ruhumuzu okşayabilen bir western olduğu da kesin.
Costner'ın, hem oyuncu hem de yönetmen olarak kendini çoktan kanıtlamış olduğu yadsınamaz bir gerçek. Dolayısıyla beklentimiz yeni bir ispat çabasından ibaret olmamalı. Bunca yıllık deneyimin üstüne, bir nevi çocukluğundan beri hayalini kurduğu bir western yapmış Costner. Kısaca, uzun zamandır ortalarda olmayan tüm gerçek kovboylar, derin duygusal kaoslarıyla yeniden beyazperdede, türün hayranlarının kaçırmamasında fayda var.