<b>Gizli Pencere</b>’den İçeriye Bakmak
Yazar: Orkan ŞancıEdebiyat dünyasına kazandırdıklarını ve güzel düşüncelerini ne yazık ki intihar ederek gölgeleyen Stephan Zweig bir keresinde şöyle demiş: "Uçuruma uzun süre bakarsan uçurum da senin içine bakar". Paradoksal bir durum. Pencereden dışarıya baktığınızda, baktığınız şeyin de pencerenizden sizin içinize bakması...Üstü örtülen ve nedeni sorgulanmayan cinayetler, acaba katili düşündürebilir ve travmasının farkına varmasını sağlayabilir mi?
Çok satan romanların yazarı Mort Rainey (Johnny Depp), karısının kendisini aldatması ile şoka girer ve boşanma sürecini göl kenarındaki bir evde inzivaya çekilerek geçirmeye çalışır. Depresif biçimde günlerini uyuyarak geçirmekte ve ciddi yaratıcılık sıkıntısı yaşamaktadır. Günün birinde bir yazarın en korktuğu şey başına gelir. Kapısına dayanan bir okuru, kendisini hırsızlıkla suçlamaktadır. Üstelik bu gizemli okuru, yazarı kendi öyküsünü çalmakla itham etmektedir, daha da önemlisi, öykünün finalini değiştirdiği için çok kızgındır. Mort'tan bu ayıbını kabul etmesini ve hikayenin sonunu yeniden kendisininki ile değiştirmesini istemektedir. Gizemli yabancının bu isteğinin altında yatan nedeni ve yabancının Mort açısından durumunu, filmin sürprizini kaçırmamak için fazla irdelemeyelim.
Dünyanın en pahalı senaristi David Koepp, üçüncü kez bir gerilim filminin yönetmen koltuğuna kurulmuş ve senaryoyu, Stephen King'in Four Past Midnight:Secret Window, Secret Garden adlı kısa öyküsünden uyarlamış. İçerdiği diyalogların büyük bölümünün yazarın iç sesi olması nedeniyle çekilmesi zor gibi görülen öykü, usta senarist Koepp'in elinde gayet kullanışlı bir metne dönüşmüş.
Daha önce Robert Zemeckis, Steven Spielberg ve Brian De Palma gibi dev isimler ile çalışan Koepp, ustalardan öğrendiklerini uygulayarak, gerilim düzeyi yüksek olmasa da tekinsiz bir atmosfer yaratmayı başarmış. Mort'un duygularını ifade edebilmesi için Zemeckis'in Yeni Hayat'ta futbol topu ile (Wilson) yaptığı gibi bir yardımcı öğe - köpek - bulmuş. Mort'un göl kenarındaki evine dışarıdan Zemeckis'vari biçimde kamerası ile yaklaşıp pencereden hırsız gibi giren Koepp, ne yazık ki burada pencerenin kenarında istenmeyen bir gölge oluşmasını engelleyememiş. Baş karakter hareket halindeyken onu arkadan çekerek 'takip ediliyor' hissi yaratmaya çalışırken de De Palma'dan gördüklerini uygulamış besbelli. Ama onun, bu his kadar karakterin tam olarak neyi gördüğüne verdiği önemi es geçmiş. Philip Glass'ın müzikleri, belki de atmosfer yaratmaktaki en büyük yardımcısı olmuş. Aksayan teknik noktaların dışında, Koepp'in bizzat kendisinin kullanışlı hale getirdiği senaryodan iyi bir film çıkarabildiğini söylemek zor. Filmin en büyük sürprizinin seyirci tarafından zamanından önce fark edilmesi olasılığının yüksekliği ve bu nedenle filmin finalinin etkisinin azalması büyük problem. Üstelik, film tam da, "final öykünün en önemli parçasıdır" sloganı ile pazarlanırken yapılmaması gereken bir hata.
Filmin sonuna kadar saklamakta büyük zorluk çektiği sürprizini en azından biz saklamaya çalışalım ve bu zorluğa rağmen filmin içinde gezinmeyi sürdürelim. Filmin bir yazarın iç dünyası ile ilgili olduğu ortada. Bu bakımdan öykü, Stephen King'in yine bir yazar gerilimi olan Misery'sinden daha farklı bir nokta ile ilgileniyor. Yazarın yarattığı bazı karakterler ile özdeşleşmesi ve günlük hayatındaki sıkıntılarını romanlarına farkında olmadan uyarlaması. Özellikle bu ikincisi, filmin can damarı. Rainey'in kapısına dayanan yabancının adının John Shooter olması örneğin. Shooter sözüğü, hele Güneyli aksanı ile okunduğunda kolaylıkla "shoot her" (kızı vur) şeklinde de okunabilir. Ama Mort, Shooter'ı tek sözcük olarak algılıyor ve onun, kendisini rahatsız etmesi için gönderilmiş bir tetikçi olabileceğini düşünüyor. John Shooter ile Rainey arasındaki hırsızlık tartışmaları uzayıp giderken, Shooter'ın diyaloglarına iki kez dikkat etmek gerek. Keşke filmin sürprizini saklama zorunluluğu olmasaydı da; John Shooter'ın "beni tanımamanızın önemi yok, ben sizi tanıyorum Bay Rainey, önemli olan da bu" demesinin altında yatan nedeni söyleyebilseydik. Ve ağzından düşürmediği "adalet istiyorum" cümlesinin anlamını...
Senaryonun kullanışlı hale gelmesinden kast ettiğimiz de işte bu nokta. Shooter karakteri çok iyi çizilmiş ve her repliği ipuçları ile dolu. Eğer senaryonun final bölümü iyi yazılmış olsa, bizleri çok daha etkileyici bir film bekliyor olabilirdi. Ama Koepp, metni zenginleştirmeye çalıştığı için olayların akışı sırasında fazla vakit kaybetmiş ve bu yüzden final kurgusuna erken başlamış görünüyor. Böyle olunca da, sürprizli final sekansının "ani" girişi söz konusu olamıyor. Ayrıca sürprizin çözülmeye başladığı sahnede kullanılan özel efekt de Koepp'in kolaya kaçtığının göstergesi. O sahne, örneğin filmde dikkat çekici biçimde kullanılan "ayna" temasından yararlanılarak daha akılcı çekilebilirdi.
Mort'un içinde bulunduğu psikolojik durumun bir göstergesi olarak yer yer ayna kullanımı var. Banyosunda bir ses duyan ve John Shooter'ın geldiğini zannedip panikleyen Mort, vurarak kırdığı şeyin bir ayna olduğunu anlıyor. Mort arabasından dışarıya bakarken, yan dikiz aynasındaki "nesneler, aynadaki yansımalarından daha yakındırlar" ibaresi göze çarpıyor. Başka güzel psikolojik göndermeler de var. Mort uzaktan, karısının yeni sevgilisi ile aşk yuvası haline gelen, çok sevdiği evine bakarken "Bu benim güzel evim değil, o benim güzel karım değil, artık" diyor. Rainey'in içinde, nereye gizlendiği belli olmayan bir öfke var sanki.
Aklını kaybetmenin eşiğindeki yazar rolünde Johnny Depp, iyi ötesi bir performans sergiliyor. İyi ötesi, çünkü tek başına oynamanın tüm zorluklarını aşmış görünüyor. Depp, köpeği Chico ile diyaloglarından geriye kalan konuşmasız bir çok sahneyi, bir saniye bile aksamayan beden diliyle kolayca aşıyor. Kapıya dayanan gizemli okur/yazar rolünde, gezegenin görüp görebileceği en yetenekli aktörlerden John Turturro da döktürüyor. Missisipili bir çiftçinin aksanıyla konuşmakla yetinmiyor, bakışları ve konuşma tarzı ile Mort üzerinde öyle bir etki bırakıyor ki, o etki seyircinin üzerine de yapışıyor. Önce aldatıp sonra ağlayan eş rolünde, çok sevdiğim Gününü Göreceksin / Payback(1999)'de dikkatleri çeken Maria Bello da iyi iş çıkarmış. Ama tüm yük şüphesiz Depp'in üzerinde. Turturro'nun perdede göründüğü sürenin sınırlılığı bu yükü daha da artırıyor ama Depp, ağır yükünü seyirciye hissettirmeme gibi daha önemli bir yükün altından bile kalkıyor. Her sahnede görünmesine rağmen seyirciyi sıkmıyor, beden dili ve hatta tikleri ile, oyunculuğunun nereye kadar yükselebileceğini gösteriyor. Yükseldiği nokta, Oscar'a aday gösterildiği, Karayip Korsanları'ndaki Jack Sparrow performansından aşağıda değil.
Koepp'in biraz yönetmenliği, çokça da anlatım zamanlaması ile ilgili andığımız olumsuzlukların dışında bir de afiş meselesi var. Depp'in 9. Kapı (1999) filminin afişi ile arasındaki benzerlik haddinden fazla. Başrol oyuncusunun bir başka filmini çağrıştıran afiş tasarımı yapmak, Hollywood'un eski bir numarası.
Jurassic Park, Mission Impossible ve Örümcek Adam gibi dev bütçeli prodüksiyonların aranan senaryo yazarı David Koepp, yönetmen koltuğuna oturmak için bugüne kadar hep gerilim filmlerini tercih etti. Gizli Pencere, final bölümünü filme düzgün biçimde yerleştirememesine rağmen, iyi bir yönetmen olabileceğinin işaretlerini gizliyor. Bir gerilim ustasının öyküsünden gizemli bir senaryo yazmakla işinin biteceğini düşünmüş ve yönetmen koltuğunu hafife almış olabilir. Ama yazdığı tek bir senaryo için 4 milyon dolar kazanan David Koepp'in, risk alıp yavaş yavaş kendi filmlerini çekmeye çabaladığını görmek ve bunun için belki de kendisini biraz takdir etmek gerek.