Tarih Değiştiricileri
Yazar: Ertan TunçBir sanat kolunun, içinde bulunduğu çağdaki yaygın bilimsel eğilimden bağımsız hareket edemediği bir gerçektir. Kuantum fiziği çıkalı beri, sinemada da bir yaklaşım aldı başını gidiyor. Zaman ve uzamın belirsizlik felsefesine bir de "boyut" kavramı eklendi ve insanlar/izleyicilerin pozitivizmden anti-pozitivizme kaymaya başlamaları sağlandı. Artık izleyiciler sinemada gördükleri yani kendilerine gösterilenler dışında bir algılamanın var olacağı kanısını taşımaya başladılar.
Kısacası, kişisel gerçeklik beklentisi zedelendi. İzleyici, tüm izlediklerinin/gördüklerinin aslında gerçekte nasıl olduğunu öğrenmek için filmin finalini beklemeye başladı. Tamamen kurgusal filmler için bu yaklaşım zararsız gözükebilir oysa sinema yeni bir alanda yeni birşeyler yapma işlevine bürünmeye başladı ki bu da zannımca çok tehlikeli. Tarihsel gerçeklik dokusuyla oynamak.
Napolyon'un Sırrı da böyle bir film. Neredeyse tüm hayatı harfi harfine kayıtlı olan birinin, aslında başka bir şekilde öldüğünü, başka bir yere gömüldüğünü, öldüğü zannedilen günden sonra uzun yıllar daha yaşadığı, başka bir hayat sürdüğünü, bu süre zarfında çocuk sahibi bile olduğunu düşündürtmek niye? Tarihini, geçmişini artık yazılı ve sözsel eğitim ve kaynaklar yerine görsel yayınlardan öğrenen bir nesle yapılan bu şey nasıl adlandırılabilir?
Amaç bir kahraman olarak tanınırken çok büyük savaşlar kaybeden, sonra bir nevi esir düşen, küçük düşen ve gözden düşen ve dahası acı dolu yıllar boyunca çektiği sıkıntılar yüzünden hasta olup ölüp giden bir adamı, bir imparatoru tarihten çekip çıkarmak ve takipçilerine/hayranlarına, önemli olan son savaştır ve o da son savaşını kazandı demekse ben bunu hoş karşılamam. Nasıl biri olduğu yüzlerce kitapta anlatılan bir lideri olduğundan çok ama çok farklı gösterme çabasını da kötü niyetlilik olarak adlandırmak lazım.
Kahramanın ağzından "tarih anlatana aittir" dedirtip de bir de filmin hikayesine, senaryoda yeniden yaratılmış tarihi öneme sahip kişinin onayını verdirmeyi de yanlış bulurum. Bilimsel tarihte kurmaca öyküleme yapılmamalıdır. Sinema gibi muazzam bir etkileyiciliğe sahip görsel bir araç tarihi gerçeklerle oynamak için kullanılmamalıdır. Sinemada tarih resmedilebilir, kullanılabilir ama tarih yeniden yazılırsa tehlike çanları çalıyor demektir. Gerçeklik dokusuna zarar vermek, öğrenme güdüsünü yanlış yönlendirmek gibi önemli bir sorumluluk taşımaktadır.
Postmodernizmin faydalandığı göreli gerçeklik anlayışı tarihsel süreçlerden bağımsız ve onlara ilgisiz olmalıdır. Bugünkü tarihçiler İstanbul'un Fethi'nin anlatıldığı gibi olmadığını söylerse, ya da Atatürk'ün aslında intihar ettiğini falan ispat ederlerse bu kabullenilebilir ama bunu sinema söylerse ve açıklama işlevini bilimden alıp, sanata taşırsa işte orada durmak gerekir. Napolyon'un Sırrı bence böylesine büyük bir yanlışa sürükleniyor, bu açıdan filmi beğenmediğimi ve art niyetli bulduğumu söyleyebilirim.
Napolyon'un Sırrı'nın artılarına gelince: film adanın yeni valisi Lowe ve imparator Napolyon arasındaki gerilimi yakalaması açısından çok başarılı. Özellikle Grant'ın oyunculuğu parmak ısırtacak düzeyde. Napolyon'un söylediği özlü sözlere de dikkat, hemen hepsi arşivlik... BBC'den Jamie Russell yazdığı eleştiride pek de beğenmediği film için yönetmene, Napolyon'un meşhur bir sözüne atıf yaparak "zafer geçicidir ama belirsizlik kalıcıdır" demiş.
Ben de yönetmen Antoine de Caunes'e, Napolyon'a itibarını iade etmeyi hedefleyen, Fransızların vicdanlarını rahatlatmaya çabalayan ve gişede hedef olarak sadece Fransa'yı seçen bu popülüst ve akıl karıştırıcı filmi neden çektiğini bildiğimi söylemek isterim: "Para, para, para."