Haneke'den Fransa kehanetleriGörülmez bir gelecekte, yaşanması bir ihtimal olarak düşünülebilecek bir afetin, tam ortasına savuruyor, sıra dışı Fransız yönetmen Heneke bizleri. 2003 yapımı filminde yönetmen, bir kehanette bulunuyor adeta ve günümüzün güçlü, etkin ve yetkin Fransa'sını bir anda üçüncü dünya ülkelerinin suretine büründürüyor. Her daim zerafeti ve demokrasi ile hoşgörü birikimi açısından kendi ile övünen halkı da adeta, barbarlara dönüştürerek, yaş.mak için başkasının yaş.masını hiçe sayan ve bir dilim ekmek için ölüme yol açan, dönüşüm geçirerek medenilikten ve uygarlıktan soyutlanan yaş.m biçimlerine eviriyor. Hiç kuşkusuz bunu yaparken de, izlediği rota bir hayli karanlık ve kasvetli evrelerden geçiyor. Geleceğin bilinmezliğinden feyz alındığı ve bunun da sonuna kadar kullanıldığı hissediliyor.Her şey bir ailenin kentten kaçarak köye, kendilerine ait evlerine gitmeleri ile başlıyor. Ve evde istenmeyen misafirler ile karşılaşılması ile trajedinin fitili ateşlenerek çarkların dönmesi hızlanıyor. Yitirilen birey ve yola düşmek durumunda bırakılan iki çocuklu annenin yaş.m mücadelesi, gerçeğin ağırlığında ezilen yaşa.lar olarak resmediliyor. Filme de ki olasılık olarak verilen, güçlü bir devletin ansızın içine düştüğü ekonomik buğran, toplumdaki çözülmenin açığa çıkmasına ve insan olma bilincinin yitirilerek, kişiliğin ve inançların erimesine neden olması; bir yandan oldukça ağır bir bezginlik atmosferi altında verilirken diğer yandan da, çaresiz insanlardan ve çaresizliğin pençesinde şekillenen davranışlar olarak yüzeye çıkan yansımalardan sarsıcı kesitler sunuluyor. İnsanın tüm diğer insanlarla bağlarının ansızın kesilmesi, yaş.ma yenilmemek için kendi varlığını muhafazaya alma gayretleri ve yardımlaşma duygusunun ansızın törpülenmesi, Heneke'nin belki de; refah toplumunun ansızın gelebilecek bir şok dalgasında ne hale gelebileceğini göstermesi, hem kurulu düzenlerin ve kemikleşmiş düşüncelerin ne kadar çabuk ters yüz olduğunu hem de, gelişmiş olsun yada gelişiyor, karşılaşılan sorunlarda gösterilen insan tepkisinin benzerliği vurgulanarak, insaniyet seviyeleri bir birine indirgeniyor.Otoritenin ortadan kalması ve anarşinin açığa çıkması akabinde gelişen, güçlü olanın gücü elinde bulundurması ve güçsüzün güçlünün boyunduruğun da tutsak edilmesi, kurulu düzenin yasalar yollu insan üstünde dayattığı yaptırımının, düzenin olmadığı bir çöküşte dahi kaynağını zorbalıktan alan bir güçle sürdürdüğüne odaklanarak, bireyin bağımsız kalmasının tekil bir düzlemde mümkün olmadığını, bunun olabilmesi için birleşik bir yapıda kümelenmenin gerekliliği vurgulanıyor. Kurulu düzenin çökmesi ve bireylerin bir şekilde hayatlarını idame ettirme zaruriyeti, komünyon bir yapıyı karşımıza çıkartıyor. Bir tren istasyonunda toplanan insanların kendi içlerinde ki hiyerarşik düzen ve yine kendi koydukları kuralların sınırında hareket edilme zorunluluğu, açığa çıkan iş bölümü, bu komünyon hayatın ibretlik manzaraları olarak yer buluyor. Burada da sözün bir kişide toplanması ve yönlendirme ile yönetimin dümeninde ses çıkaramayan çaresiz insanların yönetilmeyi kabul etmeleri, otorite arayışının sarmalında sıkışıp kalan bireyin bu arayışı yılana sarılmak misali benimsemesi ve karşı koymaması, edilgen kılınan toplumdan küçük bir tasvir olarak yer buluyor. İnsan ilişkilerinin çıkarla yontulmuş halinin, karşılığın beklenerek adım atılması ile bağlantılı olduğu ve bu bağın bireylerin hareketlerinde kendini kolayca gösterdiği, şekillenen karelerde belirmektedir. Takas yoluyla yapılan ihtiyaçların temin edilmesi ise modern toplumun inebileceği en alt seviyenin sembolik bir göstergesi olmaktadır. elinde bir değer bulunduranın, bu değeri yaş.msal bir gereklilikle ikame ettirmesi ama hiçbir değere sahip olmayan insanların ise değere sahip olanların şefkat ve vicdanına mahkum edilmesi, tanrısal boyutta sorgulamalar olarak, kendi içinde kısır bir döngüye evrilmektedir. İnsanların çaresizliğin verdiği umutsuzlukla kendi zihinlerinde yarattığı hikayeler, avunmanın ve ümidin diri tutulmasının amaçlandığı bir aldatmacaya bürünmektedir. Yakılan ateşin içine bedenin katılarak, aydınlığa g.türecek ışığın yol gösterici olacağı yönlü sarf edilen inanış, batıllığın düşünceye egemen olduğunu vurgulamayı amaçlar iken, diğer yandan da insanın zafiyetine işaret edilerek, zihinsel yılgınlığın insanı çaresizliğinden arındırarak kendini kandırdığına işaret edilmektedir. Sonunda umutla beklenenin gelmesi neticesinde, belirsiz bir sona doğru yapılan yolculuk, bir yerde neyle karşılaşılacağı bilinmeyen bir dünya ile kişiyi baş başa bırakırken, bir yerde de yeni bir hayat kurarak yaşantının yoktan var edileceği yönlü bir ihtimali vücuda getirerek, ironik bir sonlanışa kapı aralamaktadır.Kuşkusuz Heneke bu eserinde, eleştirel bir ton kullanmakta ve günümüz devlet yapısı ile toplum katmanlarının şişirilmiş ahenkli işleyişinin ve refahının, göstermelik bir aldatmacadan ibaret olduğunu ortaya koyarak, yapıların oynaklığına işaret etmektedir. Bu yapılar, hükmü elinde muhafaza eden ve bunu sınırsız bir otorite ile bireye dikte eden iktidarlardır. Ama bu otoritenin, her ne kadar bir ütopya olsa da ve vuku bulması pek bir gerçeklik payı içermese de doğabilecek bir ekonomik sonlanmada sıfıra doğru gerileyeceğini, bu gerilemeden sadece düzenin veya yasaların değil o düzen ve yasalara göre evrilen bireyinde etkileneceğini ortaya koymaktadır. Filmin merkezindeki insan ise; davranışları, yaklaşımları, ortaya koyduğu tepkileri, açığa çıkarttığı duyguları ile deneysel bir gözle incelenmekte, gerek ruhsal gerekse de yaş.msal baskının artmasına paralel, sarf ettiği kendini koruma ve varlığını idame ettirme yönlü iç güdüsel hareketleri gözlenmektedir. Ayrıca toplumu şekillendiren sınıfların alt ve üst farklılığı yaşanan bu ekonomik batış neticesinde sıfırlanarak, eşitlenmekte, böylelikle bireyler arasında ki eşitsizlik giderilmektedir. Yaratılan atmosferin bir hayli iç karartır yapısı ve betimlemelerde ki sefaletin olanca çıplaklığı ile yans.tılması, sefalet duygusunun yüreklere işlenmesinde etkili bir silaha dönüşmüştür. Senaryonun bir olasılık yahut öngörü neticesinde şekillenen bir kurguya dayanması ve bu kurgunun ciddiyet ile gerçeğe uygun işletilmesi, güçlü bir anlatı dilinin ve etkili bir temelin belirmesine meyletmektedir. Oyunculuğun kimi yerde doğaçlama bir izlenim verir yapıya bürünmesi ise; samimi anlatımı ve yapmacık olmayan, kotarılmış bir tasvirsel bütünlüğü karşımıza çıkarmaktadır. Filmin işleyişi ise; sağlam adımlarla ama durgun akan bir nehir edasıyla kendini göstermektedir. Konunun ağırlığı ve karelerde yaşanılan ve yaşatılan çaresizlik ile kayboluş, sabırsız dimağlarda izlenilmesini sarsıcı bir eyleme dönüştürebilme ihtimalini içinde barındırmaktadır. Lakin yedinci sanatın nitelikli ve öngörüsel bir kurgulamadan temel alan bu güzide eserini izlememek, sinema adına büyük bir kayıptır.----- Le Temps Du Loup( Kurdun Günü ) -----