Hesabım
    Terminal
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Terminal

    Spielberg <b>Terminal</b>’inden Çıkamıyor

    Yazar: Ali Ercivan

    Steven Spielberg'ün son filmi Terminal (The Terminal), yönetmenin tipik özelliklerini bir kez daha hatırlatmanın ötesine pek gidemeyen bir çalışma. Yine seyirciye ne zaman ne hissedeceğini ve düşüneceğini dayatan ve yine bir filmi nasıl bitireceğini bir türlü çözemeyen bir yönetmen!

    Karşımızdaki filmin, Tombés du ciel (Lost In Transit) adlı 1993 yapımı Fransız filmine benzerliği bir yana; The Truman Show ve Gattaca gibi son on yılın iki önemli filminin ardında imzası bulunan Andrew Niccol'e ait öykünün, filmde gelinen son noktadan oldukça farklı olduğunu tahmin etmek güç değil. Amerikan sistemine dair kimi yüzeysel eleştirel dokundurmalar da içeren ve modern kentin ortasına uyarlanmış bir Robinson Crusoe-Issız Ada öyküsü olarak ilginç noktalara taşınabilecek merak uyandırıcı çıkış noktası, Spielberg'ün bu kez fiziksel komedi sınırlarında da gezinen mizah anlayışı ve hangi amaca hizmet ettiğini çözmenin mümkün olmadığı bir aşk öyküsü uğruna harcanmış. Amaç Rock Hudson-Doris Day filmlerini hatırlatır naiflikte bir romantik-komedi yapmaksa, bunun öykünün politik özüne uzaklığı bir yana, başarıya da ulaşılamamış.

    Spielberg'ün, Yapay Zeka ve Azınlık Raporu gibi son filmlerinde biraz olsun yeni görsel ve tematik arayışlar içine girmiş olmasının verdiği umuda rağmen, Terminal yine can sıkıcı derecede düzgün ve kişiliksiz bir sinema örneği. Seyircinin zekasına güvenmediği o eski günlerine bir dönüş hatta yönetmen adına. Onun konumundaki biri için filmin teknik yetkinliği ya da yapım tasarımı ve görüntü yönetimi gibi alanlardaki başarısından bahsetmenin gerçekten hiçbir anlamı yok. Bir yönetmen sadece aynı teknik hünerlerini her filmde tekrar ve tekrar sergilemek için film yapıyor olamaz.

    Ustasının John Ford olduğunu söyleyebileceğimiz klasik sinema dilinin belki de en başarılı uygulayıcısı olan Steven Spielberg'ün artık para kazanmak, ödül almak ya da seyirciye salonu terk ettikten sonra unutacağı iki saatlik bir eğlencelik sunmaktan daha farklı bir motivasyonla, daha yaratıcı kaygılarla filmler yapmasını bekliyor insan. Yazık ki Spielberg, kimbilir belki de yukarıda saydığım önceki iki filminin gişede pek bekleneni verememiş olmasından ötürü, yine kendi güvenli saydığı sulara dönmüş. Ancak sonucunda, Terminal gişe ve saygınlık anlamında daha da gerilerde kaldı...

    Yine de, dediğim gibi, ortada belli bir noktaya kadar keyifle izlenebilen bir seyirlik var. Komedi unsuru, oyuncuların da başarısı sonucu filmi hoş bir eğlencelik haline dönüştürüyor. Tom Hanks'in performansının, kendisini uzun zamandır izlemediğimiz türde bir komedi performansında görmenin ötesinde bir önemi yokken; filme asıl değerini yardımcı oyuncu kadrosu katıyor. Hak ettiği takdiri hiç göremediğini düşündüğüm Stanley Tucci, Latin sinemasının yeni yıldızlarından Diego Luna ve meraklısının Tenenbaum Ailesi adlı Wes Anderson filminden hatırlayacağı Kumar Pallana başta olmak üzere, yardımcı oyuncu kadrosu gerçekten çok başarılı. Yazık ki aynı şeyi Catherine Zeta-Jones için söylemek mümkün değil...

    Chicago ile, haksız olduğunu kimsenin iddia edemeyeceği bir Oscar ödülü kazanmasının ardından gelen bu filmde Zeta-Jones belki biraz da işlevsiz ve kartonluktan kurtulamayan rolünün de yarattığı dezavantajla, filme iyice zarar veren bir unsura dönüşüyor. Evli bir erkeğe çıkışsız ve derinliğini asla görmediğimiz bir aşkla bağlanmış hostesin Tom Hanks'in karakteri ile yaşadığı romantik yakınlaşma, ne kendi içinde ne de Karkozyalı'nın içine düştüğü bürokratik boşluğa çözüm oluşturma bağlamında hiçbir noktaya varmıyor.

    Ortada, havada asılı kalmış Napoleon göndermeleri ile, arada sırada gözüküp ağlak bir ifadeyle aşk acısından dem vuran, terminaldeki herkes gibi levhaları okumadığı için sürekli ıslak zeminde kayarak düşen, sonra da her nedense çekip gidiveren bir kadın var sadece. Senaryo bize bu kadının herhangi bir davranışının arkasındaki motivasyonu açıklayamadığı gibi, onu ana öykünün bir yapı taşı haline de getiremiyor. Böyle bir komedi filmi için oldukça uzun sayılabilecek Terminal'den Catherine Zeta-Jones'un karakterini çıkartsanız, hiçbir şey kaybetmez, hatta süreyi en az yarım saat geri çekerek seans sayısından bile kazanırsınız. Fakat 'başrole güzel bir bayan koymadan nasıl olur' meselesi çözülememiş ve film, hiçbir yere varmayan aşk hikayesiyle çıkmazın içinde kalmış.

    Bir de tabii şu 'filmi bitirememe' hikayesi var. Spielberg'ün sadece kendi filmlerinde de değil, yapımcılığını yaptığı kimi filmlerde bile karşımıza çıkan bu sorun, Terminal'de artık iyice göze batıyor. Film, fiilen hiçbir işe yaramayan çeşitli çözümler üretip final üstüne final sunarken, yönetmen hiçbirini bir noktalama işareti olarak yeterli görmüyor nedense. Ve giderek sabuklamaktan kendini alamıyor. En azından sevimli bir komedi izlemiş olma hissi ile salonu terk edebilecek olan seyircinin aklında, olsa olsa ite kaka sonlandırılmış, naif bir masalsılıkla budalalık arasındaki ince çizgiyi sık sık aşmış bir film kalıyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top