Senaryosu ve işleniş biçimi bakımından etkileyici bir film. Aşk hakkında insanı düşündürüyor, aşkın süreç içindeki çeşitli duygu durumlarını öyle güzel anlatıyor ki.. Bu tip - genellikle ilk aşklar - öyle masalsı başlar ki, girdap gibi içine çeker sizi, engel olamazsınız. Kusurları görmekten alıkoyar, kimi kusurları göremezsiniz kimilerini ise görebilecek kadar zaman ayırmazsınız, akışına yaşamaya iter sizi. Ama yeterince zaman geçince kusurlarla karşılaşan bünye hem şaşırıp afallar hem de deli gibi korkar: çünkü zihninde kusursuzca ete kemiğe bürünen o beyaz atlı sevgili artık değişmeye başlamıştır sözde. Oysa kimsenin değiştiği filan yoktur, yalnızca en başta yeterince tanımaya çalışılmamıştır. Aşkın en saf, en gerçek hali de bu acemice olan halidir sanırım. Sorumsuzca, fütursuzca bağlanırsınız hiç kopmayacak gibi.. Gün gelip bazı farkındalıklar başlayınca, acaba aşkımız mı azaldı? Bu da neyin nesi diye birbirinize girmeye başladığınızda artık sadece iki yol vardır: ya kusurlar kabul edilip çok daha kuvvetli bir temelle yola devam edilir ya da kabullenilemeyecek kusurlar bu masalın sonu olur. İşte tam bu evrede istemeden paramparça edilen kalpler öylesine derin bir acı içinde kalır ki imkanı olsa bütün anıları zihninden sildirmekten imtina etmez. Sonra bu anıları tek tek düşününce acı olanlar da dahil olmak üzere hayatın ta kendisinin bu yoğun yaşanılan anılardan oluştuğunu, bu anıları alınca hayatın siyah beyaz bir boşluğa döneceğini fark eder insan. Bu farkındalığı edinen biri artık o eski, toy çocuk değildir; artık hayatı, olgunlaşmış bir meyve misali rengini bulur, bilgeliğin o ekşimsi tatlı lezzetini almıştır ve asla eskisi gibi olmayacaktır artık.. Bir daha bu denli uçlarda bir aşk yaşayamayacağını bilmenin, tıpkı ölümün de gelecek olmasının bilinmesi gibi tatsız burukluğunu hissetse de daha sağlıklı ilişkiler kurabilecek bilinci edinmenin de huzurunu uzun vadede yaşayacaktır.. Sabahattin Ali'nin de dediği gibi '' Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum...''.