Senaryosu David Seltzer tarafından yazılan “The Omen”, yönetmen koltuğunda Richard Donner’ın oturduğu muhteşem bir “korku klasiği”…
Gerek ayrıntılarına birazdan değineceğimiz “hikâyesi”, gerekse de 2,8 milyon dolarlık mütevazı bir bütçeyle Donner’ın ortaya koyduğu “kurgusal beceriye”, başta “To Kill a Mockingbird” ün (1962) büyük yıldızı Gregory Peck olmak üzere “oyuncularının performansı” da eklenince, aradan tam 44 yıl geçmiş olmasına rağmen asla eskimeyen bir film çıkmış ortaya…
“The Omen”i ilk kez vizyona girdiği yıl sinema salonunda, farklı arkadaş grupları ile birkaç kez üst üste izlemiş ve her seferinde de aynı tadı almıştık…
Aynen bu akşam olduğu gibi…
Eğer 1960 öncesi korku külliyatındakileri saymazsak, “Rosemary's Baby” (1968) ve “The Exorcist” in (1973) ardından türün en iyi örnekleri arasına girerek 61 milyon dolarlık bir gişe başarısına da ulaşmış olan “The Omen”, kategorisindeki bu iki öncülü gibi Oscar heykelciği kazanma onuruna da erişmişti…
Hem de Academy Ödülleri jürilerinin, sanki bir zorunluluk muşçasına genellikle korku filmlerini görmezden geldikleri bir dünyada…
Amerikalı diplomat Robert Thorn’un (Gregory Peck) karısı Katherine “Kathy” Thorn (Lee Remick) doğum için hastanededir…
Ancak ne yazık ki, oğulları ölü doğmuştur…
Bu duruma oldukça üzülen Robert, öğrenmesi halinde Kathy’nin de çok üzüleceğini düşünürken; imdadına Peder Spiletto (Martin Benson) yetişerek ona, aynı saatlerdeki doğumunda annesi ölen bir erkek çocuğunu evlat edinmesini ve bu durumu karısına dahi söylememesini teklif eder…
Biraz düşündükten sonra başka bir çıkar yol da bulamayan Robert, masumane karşıladığı bu öneriyi kabul eder…
Ve bebeği kaparak, soluğu Kathy’nin yanında alır…
Tam da bu esnada, gelecek yıllar için Başkanlık hayalleri kuran Robert’ın, ABD’nin Büyük Britanya elçisi olarak tayini çıkmış olup, oğulları Damien (Harvey Spencer Stephens) ile birlikte güle oynaya Londra’daki yeni malikânelerine taşınırlar…
Senaryo gereği, an itibarıyla da:
Thorn ailesi, beş yaşındaki oğulları Damien için oldukça görkemli bir doğum günü kutlaması daveti vermektedir…
Çoluk çocuk bütün herkesin mesut ve mutlu olduğu bu partide her şey, tam da planlandığı biçimde giderken, Thorn’ların bahçesinde birden Rottweiler cinsi bir köpek belirir ve ardında da Damien’in genç dadısının (Holly Palance) başına herkesin gözleri önünde (izleyerek öğrenebileceğiniz) bir takım işler gelir…
Yaşanan bu şok sonrasında, Roma’dan gelen Brennan isimli bir Peder (Patrick Troughton) Robert’a, Damien konusundaki ilk uyarısını yapar…
Bütün bunlar yaşanırken birdenbire konuya ve Thorn malikânesine, (ücreti karşılığında evlere konunun uzmanı yardımcılar bulmakla görevli olan) ajans tarafından gönderildiğini söyleyen Damien’in yeni dadısı Willa Baylock da (Billie Whitelaw) dâhil oluverir…
Bir hafta sonu, mütedeyyin bir aile yapısına da sahip olan Thorn’lar, ailecek bir Pazar ayini için kiliseye gitmek isteseler de Damien resmen çıldırdığı için kilisenin kapısından gerisin geriye evlerine dönmek zorunda kalırlar…
Ama Robert ve Kathy buna da, bir anlam veremezler…
Üstelik ertesi gün Kathy, oğlu Damien’ı hayvanat bahçesine götürdüğünde, bu kez de Damien’i gören hayvanlar çılgına dönmüşlerken…
Gerçi Kathy, üst üste yaşanan bu garip olaylardan ciddi bir biçimde rahatsızlık duymaya başlamış ve bunu Robert ile paylaşarak, tıbbi anlamda bir psikolojik destek talebinde bulunmuştur da…
Bu arada Peder Brennan, Robert’ı son bir kez daha uyarır…
Hafif hafif kıllanmaya başlayan Robert’ın, Brennan’ın kendisine anlattığı işaretlerin birer birer gerçekleşmesi üzerine artık hiçbir şüphesi kalmamıştır…
Hele bütün bunlara, fotoğrafçı Keith Jennings’in (David Warner) “görsel olarak kanıtlanmış” iddiaları da eklenince, filmi henüz izlememiş olanları, bu giriş bölümünün ardından bomba gibi bir “korku ve gerilim ziyafeti” daha bekliyor ki, emin olun bunun son 20 dakikasındaki görüntüler gerçekten de nefeslerinizi kesecek…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 4 verdiğimiz bu film için önerimiz de:
Eğer aradan geçen bunca zamana rağmen halen izlemediyseniz, olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 9 Eylül 2020 günü saat 23.37’de yazılarak paylaşılmıştır...