Hesabım
    Vizontele
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Vizontele

    <b>Vizontele Tuuba</b>: Acı Tebessüm Tadında

    Yazar: Orkan Şancı

    Oyunculuğu ve yazarlığının yanına yönetmenliği de ekleyen Yılmaz Erdoğan, çocukluğunun hatıralarıyla süslediği öykülerini anlatmaya devam ediyor. Bir Güneydoğu kasabasına televizyonun gelişi, ilk Vizontele filminin ana öyküsüydü. Erdoğan, tek başına zayıf kalacak bu öyküyü, oyalayıcı yan öyküler ekleyerek ve özellikle Cem Yılmaz’ın varlığından faydalanarak izlenebilir kılmıştı. Ancak filmin sonunda izleyicinin içinin burulmasına yol açan o olay, ağızlarda acı bir tat bırakmıştı. Aynı tat, yeni Vizontele filminde de var.

    Hayır, derdimiz, salondan çıkarken kendimizi çok iyi hissetmeyi beklemek değil. Kötü hissettirdiği halde bayıldığımız birçok film var. Örneğin Roberto Benigni’nin Hayat Güzeldir filmi. Sözünü ettiğimiz nokta, Erdoğan’ın, her iki filminin sonunda da acı bir tat bırakmak için aşırı gayret etmesi, ortaya çıkan tablonun zorlama görünmesi, senaryonun son sayfalarının aceleye geldiğini hissettirmesi.

    Erdoğan’ın bu kez anlatmak istediği, setini Van’da kurduğu Hakkari kasabasından bakınca, Türkiye’nin 80’lerde yaşadığı siyasi çalkantının nasıl göründüğü. Bunun yanında, kendisinin oynadığı Deli Emin’in 10 yıl aradan sonra kalbinin yeniden kıpırdanmasına yol açan bir genç kız da söz konusu. Erdoğan bu genç kıza o kadar önem veriyor ki, adını hem filmin afişine hem de dağın yamacına yazıyor. Tuba Ünsal, bol bol sırıtarak ama hiç 'sırıtmadan' hayat verdiği Tuuba karakteriyle, kolaylıkla özdeşleşiyor. Tuuba’nın, sürgün sonucu ailesiyle kasabaya gelmek zorunda kalan kütüphane müdürü babasını ise Tarık Akan oynuyor. Gerçek hayatta olduğu gibi sol görüşlü bir aydın karakterine bürünen Akan’ın varlığı, Erdoğan’ın malum dönemle ilgili meramını anlatması bakımından önem taşıyor.

    Zira Güner (Akan), siyasi görüşleri nedeniyle sürekli zorluklar yaşıyor, peşpeşe sürgün yiyor ve ailesiyle birlikte mutsuz bir hayat sürüyor. Kızının trafik kazası sonucu sakat kalması da bir tür ceza gibi sanki. Akan’ın, bu rol için seçildiğinin farkında bir tavırla, askeri otoriteyle girdiği kısa süreli tartışma, filmin en keyifli anlarından biri.

    Filmin keyif veren yönlerinden biri de Erdoğan’ın çekim tekniği. Jimmy jib ve şaryo yardımıyla yaptığı kaydırma hareketleri sayesinde Erdoğan, kasabanın her köşesinden faydalanıyor, ilk filme göre daha yalın ama aslında daha üstün bir yönetmenlik sergiliyor. İç-dış mekan tanımayan bazı plan sekansları, Orson Welles’ın Yurttaş Kane’inden çıkıp gelmiş gibi. Erdoğan bunun yanında, başta Tuba Ünsal olmak üzere, tüm oyunculardan iyi performans almasını bilmiş.

    Bir 'ifade ustası' olan Erdoğan’ın filmiyle ilgili eleştirdiğimiz ve eleştireceğimiz noktaların daha çok anlatımla ilgili olmasıysa, bir ironi herhalde. Filmin sıcak tarafı olan Emin-Tuuba ilişkisi örneğin. Tuuba’nın Emin’den yaşça küçük olması, eğer değilse de Tuba Ünsal’ın çocuksu ifadesi nedeniyle öyleymiş gibi durması, ikisi arasında oluşan kimyayı inandırıcılıktan uzaklaştırıyor. Erdoğan, isabetli oyunculuğu ve replikleriyle iyi bir 'Aşık Emin' çizse de durumu kurtaramıyor. Emin’in karşısında, belki de, orta yaşa yakın bir genç kadın görmek daha inandırıcı olabilirdi (Erdoğan çocukluğunda böyle bir Tuuba tanıdıysa söylecek pek bir şey yok belki de).

    Diğer bir nokta da, Erdoğan’ın, konuşmalı rolleri bir sinema filmi için anormal ölçüde fazla tutma alışkanlığı. BKM oyuncularının bir çoğuna yer vermek isterken, hepsine yetecek kadar geniş bir öykü anlatmadığını nedense görmezden geliyor. Bazı yan öyküler de, bir sonuca bğlanmadığı için rahatsız ediyor. Örneğin, Belediye Başkanı(Altan Erkekli)’yla kendini dine veren oğlu arasında berberde yaşanan tartışmanın bu filmde işi yok gibi. Ayrıca Başkanın, Kıbrıs’ta oğlunu yitirmiş bir baba olmanın üzüntüsünü yaşamaması da garip. Nedense tüm yas anneye, Siti’ye kalıyor. Filmin, anlatım açısından kendini ispatlamasını/kurtarmasını sağlayacak 'kesişme anı' da kaba işlenmiş. 80’lerin çalkantılı dönemi-askeri darbe ve Emin ile Tuuba arasındaki duygusallık, çok kaba bir biçimde kesişiyor.

    Darbeye, Deli Emin ve birkaç kişi dışında kalan kasabalıların ne tepki verdiği gösterilmiyor. Kütüphane müdürü Güner ve aralarında belediye başkanının oğlunun da bulunduğu onlarca genç kamyonlara doldurulup götürülüyor. Babasının tutuklanmasıyla yıkılan Tuuba, annesi ve büyükannesiyle birlikte kasabayı/Emin’i gözyaşları içerisinde terkediyor. Bir kedisi bile olmayan Emin ise, dağlara, gelişiyle sevindiren ama fazla kalmayan güzel şeyin adını yazıyor. Sorunlu kesişmenin ardından, Tuuba ve Emin arasında geçen veda diyaloğu ise, Erdoğan’ın bugüne kadar yazdıkları arasında en iyilerden, bunu da vurgulamak gerek.

    Vizontele Tuuba işte böyle. Güzel anlar ve görüntüler barındıran, ama hiçbirinin fazla kalmadığı bir film. Çıkışta herkesin yüzünde bir 'gülümse'me ama aslında belki de 'acı bir tebessüm'.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top