Kaufman’sız Bir <b>Rüya Bilmecesi</b>?
Yazar: Ayşegül KesirliBizler herhangi bir şarkıyı dinlerken kendi zihnimizde sadece kendimizin görebileceği bir video klip yaratıyoruz; gözlerimizi kapattığımızda hayattan topladığımız görüntü parçalarını kendimize özgü bir düzenle kurguluyoruz ve dinlediğimiz şarkıyı da bu görüntüler bütününün arka fonuna yerleştiriyoruz.
Sonuç olarak gözlerimizin arkasında bir filme benzer hareketli görüntüler elde ediyoruz. Çektiği müzik videolarıyla ünlenen yönetmen Michel Gondry, kariyerinin büyük bir kısmını bir şarkı esnasında dinleyicilerin kafalarında ne gibi görüntüler, nasıl filmler oluşabileceğini, dinlediklerinin onlara neler hissettirebileceğini öngörmeye çalışarak geçirmiş biri belki de. Bu nedenle de onu, iç dünyamıza keşifler düzenleyen ve burada bulduğu başı sonu belli olmayan parçalardan içimizi acıtacak kadar bize ait hikayeler çıkaran bir yönetmen olarak tanımlamak yanlış olmaz.
Geç gelen vizyon gösterimi nedeniyle neredeyse bir şehir efsanesine dönüşen Sil Baştan, Gondry'nin zihinlerimizin içinde gezindiğinin ilk kanıtıydı bana göre. Özünde oldukça sıradan bir aşk öyküsünün başını ve sonunu karmaşık bir kurgunun içinde anlatan ve yaşadıklarımızın acı vermesi durumunda hayalini kurduğumuz hafıza kaybını gerçek yapan bir filmdi. Kendi zihnimizde oluşturduğumuz kişisel filmlerimize fazlasıyla benzemekteydi. Bu nedenle de en özel anlarımızın, hayallerimizin açığa çıktığını düşünerek izlediğimiz bu filme doğru çekilmememiz hemen hemen imkansızdı. Yönetmenin yeni filmi Rüya Bilmecesi'nde de benzer bir içine çekilme söz konusu. Fakat bu sefer anlatılan hikaye bizimkinden çok Gondry'ninkine benziyor.
Bilindiği üzere Michel Gondry sinema kariyerinin başından beri, çoğunlukla karakterlerinin bilinçaltlarını görünür kılmayı amaçlayan senarist Charlie Kaufman ile beraber çalışmaktaydı. Gondry ve Kaufman'ın hikaye kurma anlayışı arasındaki uyum, ikili için tencere - kapak benzetmesini yapmayı olası kılıyordu. Gondry'nin aklımızdan geçenleri tahmin etme yeteneği ve Kaufman'ın öyküleme becerisi anlatacaklarını sadece birkaç karakter arasında yaşananları dile getiren hikayeler olmaktan çıkarıyor, bu öyküleri Sil Baştan'da olduğu gibi herkesin hikayesine dönüştürebiliyordu. Rüya Bilmecesi içinse aynı şeyi söylemek pek mümkün değil.
Filmin Gondry'nin on beş yıl önce oturduğu dairede çekilmesi ve yönetmenin eski kız arkadaşına ithaf edilmesi gibi özellikler bir yana, filmde senarist Charlie Kaufman'ın yokluğu bilinçaltı ve rüya kavramları üzerinde Sil Baştan'dakine benzer bir kontrol kurulmasını güçleştirmiş bana kalırsa. Filmin hem senaryosunun, hem de yönetmenliğinin Gondry'e ait olması hikayeyi izleyiciye kapatmış. Gondry, gösterdiği ayrıntıların karakterlerini tanıtmak, Stephane ve Stephanie arasındaki düşünsel ve duygusal bağı hissettirmek için yeterli olacağını düşünmüş. Ancak gösterilenler kendisi için yeterince açıklayıcı olsa da bence hikayeye sıfırdan adım atan bir izleyici için fazlasıyla karışık.
Öte yandan, karakterleri ve aralarındaki ilişkiyi net bir şekilde kavrayamamaktan doğan bu karmaşanın, bizlere izlediklerimizin bir filmden çok bir rüyanın kopuk parçaları olduğunu başarıyla hissettirdiği inkar edilemez bir gerçek. Filmi izlerken birbirini doğuran veya açıklayan düzenli görüntüler göremiyoruz. Görüntüler bir düzen, bir ilişki oluşturmaktan çok, bir düzeni, bir ilişkiyi parçalamaya çalışmakta sanki. Bugün sadece video kliplerde rastlayacağımız kaliteli animasyon görüntülerinin sık sık araya girmesiyle hikaye iyice parçalanıyor ve bir film izlemekten öte bir rüya gördüğümüz fikri daha da vurgu kazanıyor. Aslına bakarsanız bu rüya hali, araya üçüncü veya dördüncü kişileri kabul etmeyen bir ilişkinin insanı nasıl gerçek dünyadan koparabileceğini, iki kişinin de çabasıyla gerçek dünyanın nasıl bir rüyaya hatta bir sihre dönüşebileceğini çok anlamlı, derin ve duygusal bir yolla anlatmayı sağlamış.
Stephane ve Stephanie arasındaki sihrin, bu iki kişi dışında hiç kimse tarafından tam olarak kavranamayacağı, sadece o iki insana ait olacağı dikkatle vurgulanmış. Film boyunca akıp giden karmaşık görüntüler içinde, birkaç sözde veya bir itirafta kendimizi gösterilen ilişkinin bir parçası gibi görebiliyoruz. Fakat Sil Baştan'da olduğu gibi karakterlerle ortak acılara ve hayallere sahip olmamız Rüya Bilmecesi'nde pek mümkün değil. Bu filme bağlanmamız için, kendimizi başkasının gördüğü bir rüyaya kaptırmamız gerekiyor. Hikayeye hayat veren sempatik karakterler sayesinde bu pek de zor değil.
Tom Hanks'in ilk kez Oscar'a aday gösterildiği Big (1988) filminde canlandırdığı Josh karakterini hatırlatan Stephane, sinemada görüp görebileceğiniz en sevimli karakterlerden biri. Stephane'ı canlandıran Gael García Bernal da, Tom Hanks'inkine yakın bir performans sergileyerek canlandırdığı karakterin çocuksuluğuna, yetişkin olamayışına, gerek görünüşü gerekse mimikleriyle oldukça iyi ayak uydurmakta. Stephanie'yi canlandıran Charlotte Gainsbourg de doğal görünüşü ve oyunculuğuyla karakterini sahicileştiriyor.
Michel Gondry, yeni filmi Rüya Bilmecesi'nde zihinlerimizin içine girmektense bizleri kendi zihninin içine davet ediyor. Ortaya insanı duygulandıran, düşündüren sıcacık bir film çıkarsa da yine de filmden aklımızda tek bir soruyla ayrılmamak imkansız: Bu filmin senaryosunu Charlie Kaufman yazmış olsaydı ortaya nasıl bir film çıkardı acaba?