Hesabım
    Sıkıysa Yakala
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Sıkıysa Yakala

    <b>Sıkıysa Yakala</b>

    Yazar: Orkan Şancı

    Daha 20’li yaşlarında FBI tarafından 26 ülkede birden aranan Frank Abagnale Jr’ın gerçekten de enteresan bir öyküsü var. Günümüze oranla 'biraz' saf bir toplumda, küçük Frank takmış peşine 'koca FBI ordusunu', yapıştırma çeklerle milyonlarca dolarlık servet yapmış. Gerçekte yaşanmasa 'mantıksız' bulunacak bu öykü, tarihe geçmiş olunca haliyle 'komik' duruyor. Bu nedenle anlatım ustası Steven Spielberg filmde polisiyeden çok mizah unsurunu ön planda tutmuş. Bunu Frank’in ve etkileştiği insanların içine düştüğü durum komedilerinden tutun, Tom Hanks’in oynadığı FBI ajanının gözlük modeline kadar birçok ayrıntıda bulmak mümkün. Spielberg hem Goya’nın ışığını kullanmaya devam edip iç mekanları, pencereden süzülen sert ışıkla öne çıkarıyor hem de epeydir ara verdiği 'aile' kavramına geri dönüyor. Spielberg’in bu filmi çekmek istemesinde, Frank’in maceralarının önünü açan travmayı, yani aile içi problemi görmesinin etkili olduğunu düşünüyorum.

    Gerçek Frank Abagnale bir röportajında şöyle diyor:

    'Öteden beri kadınlara ilgim aşırı oldu. Onlara nasıl hoş görüneceğimi düşünüp durdum. Sonunda en çok hoşlandıkları kimliklere/kıyafetlere büründüm. Yani, pilot, doktor ve avukat oldum.'

    Frank her ne kadar 'kızlar için yaptım' dese de belli ki ergenlik dönemindeki bir çocuğun, üstelik babasına çok düşkün bir erkek evladın psikolojisini iyi yakalamış Spielberg. Bir 'junior' olmanın ve kendisine model aldığı adamın 'zayıf' duruma düşmesine tanık olmanın Frank’te yarattığı etkiyi yani. Ailesiyle gayet uyumlu bir hayat çizen Frank, her ne kadar geleceğin en büyük üçkağıtçılarından biri haline gelse de aslında 'düzgün bir çocuk'. Dolandırıcılığa iyice battığında bile ahlaki çöküşe uğramıyor, kendisini arzulayan fahişeye çekinerek yaklaşıyor, hatta kendi halinde bir hastane personeline aşık oluyor. Şurasını söylemek gerek ki, Frank gerçekten de Brenda’ya aşık oluyor mu şüpheliyim. Üstelik Frank (Di Caprio) kızın babasına (Martin Sheen) gerçek niyetini itiraf etmişken buna inanmak çok güç.

    Spielberg, anlaşılan Frank’i olduğundan daha iyi çizmek istemiş. 'Kötülüğü sadece dolandırıcı olması, yoksa özünde iyi biri' demiş. Gerçekte nasıl olduğuna karar vermek gerekli de değil. Bu noktayı, usta bir anlatıcının, 'yaşanmış hayatın' sınırlarını zorlaması ve filmi geniş kitlelere sevdirme kaygısını vurgulamak için açtım. Hani şu, Akiva Goldsman’ın eşsiz senaryosunda yaptığı gibi. Eşcinsel eğilimlerine değinilmeyen, gayrımeşru bir oğlu daha bulunduğu söylenmeyen, karısıyla tutkulu ve sadık bir aşk yaşadığı varsayılan şizofren matematik dehası John F. Nash’in hikayesi A Beautiful Mind (2001).

    Spielberg’in iç çekimlerde tercih ettiği Goya ışığı dışında başka biçimsel tercihleri de var. LA Confidential’da (1997) Curtis Hanson’ın dönemin havasını yansıtabilmek için bazı dış çekimlerde karanlıktan faydalandığına tanık olmuştuk. Spielberg ise dış çekimlerde de ışığı bol kepçe kullanmaktan çekinmemiş. Yanından ayırmadığı görüntü yönetmeni Janusz Kaminski ile isabetli çerçeveler yakalayıp gerçekten de 1960’ların havasını yaratmayı başarmış.İçsel yolculuk filmi Cast Away’de unutulmayacak bir performans gösteren ve beynime iyice kazınan Tom Hanks, 'aklı, Frank’in kurnazlıklarıyla sınırlı' ajanı başarıyla perdeye yansıtmış. Yer yer ekranın dışına doğru abartılı bakışlarla oynamış rolünü. Mizah yönünün gücünü -yine- ortaya koymuş. Hanks, 28 yaşındaki Leonardo’ya hayli geniş bir hareket alanı bırakmış. Karşı karşıya oldukları ilk sahnelerde güçsüz olan karakter Hanks’in oynadığı FBI Ajanı Carl Hanratty. Abagnale’in Fransa’da yakayı ele verdiği sahneden itibaren ise güç dengeleri değişiyor. Frank’in Noel’de peşindeki adamı araması ve o adamın 'beni aradın çünkü arayacak başka kimsen yok' demesini düşünün. Büyük usta Spielberg o ara sahnede dikkatleri bir kırılma anına çekiyor ve bunu, filmin sonunda seyircinin güç dengesinin değişimine kolayca uyum sağlaması için kullanıyor.

    DiCaprio’nun iyi oyuncu olduğunu anlamak için What’s Eating Gilbert Grape’te (1993) oynadığı zeka özürlü küçük kardeşi görmek yeterli. O rolle Oscar’a aday gösterilen DiCaprio, özellikte Hanks’le ilk karşılaştıkları sahnede çok etkili. Ajan Hanratty 'Kaldır ellerini' diye bağırıyor ama Frank sakin bir biçimde konuşmaya devam ediyor. DiCaprio bu sahnede hem sesini hem bakışlarını ve hem de beden dilini çok iyi kullanıyor. Frank’in 'açıkgöz' babası için Christopher Walken’ın seçilmesi de çok yerinde. İkisi arasındaki fizyolojik benzerlik, Hollywood yapımcılarının casting konusunda ne kadar yetenekli olduklarının iyi bir örneği. Dahası; bir çok hoş detay da filmden alınan keyfi artırıyor. Frank’in 'sevdiği', kendine güvensiz Brenda’nın soyadının 'Strong/Güçlü' olması, Frank’in jest yaptığı banka çalışanının kaba bir biçimde attığı kahkaha gibi.

    Sıkıysa Yakala, eğlenceli ve sürükleyici öyküsüne, anlatım ustası yönetmenine rağmen yer yer iç ritmini kaybeden, ama her defasında usta oyuncuları ve zekice yerleştirilmiş mizahi öğeleriyle durumu kurtaran, mutlaka izlenmesi gereken, başarılı bir uyarlama..

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top