Erhan Baş’ın Kaleminden: Memleketim Delik Olmuş, El Nelerle Uğraşıyor
Yazar: Misafir KoltuğuFatsa... 1978...
Bir mağara vardı. Küçüktüm o vakitler. O mağarada bir delik keşfettik. Uzun ve heyacanlı bir tartışmanın akabinde deliğin bizi hazine sandıklarıyla dolu bir odaya götüreceği mevzuunda mutabık kaldık arkadaşlarla ve hemen yolcu yolunda gerek şiarıyla deliğe girdik.
İlk ben girdim. Arkadaşalarım da arkamdan geldiler...
Bir süre süründük. Dar ve karanlık delikte bi kaç metre ilerledik. Neden sonra durmak zorunda kaldık. Arkadaşlara daha fazla ilerleyemeyeceğimizi zira deliğin iyice darlaştığını söyledim. Beni korkaklıkla itham ettiler. Bacaklarımdan itmeye başladılar. Fakat bir süre sonra onlar da ikna oldular ve geri döndüler.
Ben dönemedim. Sıkışmıştım.Çok karanlıktı. Çok dardı ve nefes alamıyordum.
Ankara... Bugün...
Bütün pencereleri açtım. Evin en cereyanlı bölgesinde üzerimde sadece bir boxer'la oturdum. Teypte, beni yelkensiz bıraktın fırtınalarda diyen Münir Nurettin Selçuk vardı...
Derken telefon çaldı. Yes'e bastım. Editör Mıhçıoğlu'ydu bu. Telaşlı hamburger şapırtıları arasından "Delik'i izledin mi?" diye sordu. O'na izlemediğimi, izleyemeyeceğimi, zira bunun kategorik olarak mümkün olmadığını söyledim. "İyi, hemen git, izlenimlerin yarın e-postamda olsun" diye karşılık verdi, gidemem bak ben dememe kalmadan suratıma kapatılan telefonla başbaşa bırakıldım. Adı 'delik' olan o filme gitmekten başka bir çarem kalmamıştı.
Yanıma bir arkadaşımı aldım sinemaya gittim. Arkadaşım beni yatıştırmaya çalışıyordu, lakin yatışamıyordum, kendimi daha şimdiden küçüklüğümün o korkunç deliğinde hissetmeye başlamıştım. Gergindim. Murat Mıhçıoğlu'ndan nefret ediyordum.
Arkadaşım "daha ne istiyorsun oolum" dedi ve sonra "herhalde şu salonda bulunanların içinde filmi en iyi sen kavrayacaksın," diye devam etti sözlerine, suratındaki müstehzi ifadeyi saklama nezaketini bile göstermeden. Film başladı, daha şimdiden kalp atışlarım kontrol edilemez bir noktaya gelmişti, ter içinde kalmıştım ve ağzım kurumuştu...
Şu satırların değerli okuyucuları, kardeşlerim, ben daha ne olup bittiğini tam anlayamadan film bitti. Filmde saplantılı bir tutkuyla bağlı olduğu genç delikanlı için en yakın arkadaşlarının bir deliğe tıkılmasına sebeb olan hafif kafayı kemirmiş bir kolej kızının sabuklamaları anlatılıyor. Bu kolej bebeleri, delikte aç ve susuz kalıyorlar, kafayı yiyorlar ve bir takım kötü olaylar yaşıyorlar.
Film öncesi beklentilerimin karşılanmamasından olacak, pek gerilemedim. Filmin yeterince klostrofobik bir atmosfer yaratamamasından da olabilir bu. Dahası "insanları çıkışı olmayan bir mekana kapat, sonra da başlarına bir yaratığı veya bir manyağı musallat et" formülündeki unsurların hepsi bu film bakımından ciddi eksiklikler taşıyor. Mekan seyirciyi yeterince irkiltemiyor, karakterlerle özdeşleşemiyorsun ve dolayısıyla filmde yaşanan her ölüm, izleyici olarak bön bön baktığın bir ölüm olmaktan öte gidemiyor.
Film boyunca "herhalde şimdi öyle bi şey olacak ki geril geril gerileceğiz" diye bekliyosun ama olan hiçbir şey seni tatmin etmiyor. İnsanlar, bir takım kazalara kurban giderek ölüyorlar. Her kaza bir karakterin canından olmasına neden oluyor ve sonunda pes yani diyorsun, bi kazadan da ufak tefek yara berelerle çıksınlar!Böyle yani...
Keşke benim çocukluğumda hapsolduğum delik de böyle bişey olsaydı diye düşünerek çıktım salondan...
Akşam.. Evim evim güzel evim...
Evime geldim. Televizyonu açtım. Biramı yudumlarken haber kanallarında dolaşmaya başladım. O vakit doların engellenemez yükselişiyle karşı karşıya kaldım. Biramı masanın üzerine bıraktım. Sabit gelirliler birkaç saat içinde yüzde yirmi fakirleşmişlerdi, iş yerleri kapanmakta, insanlar işsizlikten cinnet geçirmekteydi, hortumlanmış bankalar hazinenin sırtında kambur olarak kalmakta, hortumcular yatlarında sefa yapmaktaydılar, hayat kurtarma operasyonları sırasında devlet yetkililerinin söylediklerinin tümünün yine devlete bağlı kurumlar tarafından hazırlanan bilimsel bir raporla yalanlandığı ortaya çıkmıştı, ülke büyük felaketlerin eşiğindeydi, lakin felaketin kurbanlarının kaçabilecekleri başka bir memleket yoktu:
Memleket bir 'deliğe' dönüşmüştü ve sistem manyak bir katil gibi vatandaşlarının başına musallat olmuştu.
Gerilimse gerilim işte burada değerli arkadaşlarım, memleket gerilimin allahını yaşarken bu tür filmler pek manasız kalıyor doğrusu...
Editörün notu: Erhan Baş'ın Fatsa'da hapsolduğu delikten ne şekilde çıktığı bilinmiyor. Çıkmasa daha mı iyi olurdu, o da bilinmiyor. Hamburger yemiyor, sadece maden suyu içiyordum. İstanbul daha sıcak, hem de nemli...