Filme geçmeden önce,filmde hayatı anlatılan Christy Brown hakkında kısa bir bilgi wermeyi uygun buldum.23 çocuğun hayatta kalan 13 tanesinden biridir Christy Brown (5 Haziran 1932 ? 6 Eylül 1981). Beyin felçli ve serebral palsi hastası olarak dünyaya gelmiş,10 yaşına kadar konuşma we hareket yetisini kullanmadan yaşamıştır. Başlangıçta doktorlar aynı zamanda zihinsel özürlü olduğunu we kısa zamanda öleceğini düşünmüşse de ailesinin desteği sonuç werir we her şey doktorların takdir ettiğinden çok daha farklı bir seyir izler. Sol ayağının felçten etkilenmediğini fark etmesi hayatını değiştirir,resim yapmaya başlar,roman yazar. Sol ayağım filmi de,kendi hayatından kesitler anlattığı kitabından uyarlamadır. Kendi ihtiyaçlarının karşılanması için başkalarına bağlı bir hayat sürmesi, onun şair,ressam ve yazar olmasına engel değildir ve hatta İrlanda'nın tanınmış yazarları arasına girmesine de.Yukarıdada belirttiğim gibi Sol Ayağım adlı roman yazarın kendi kaleminden çıkmıştır,ve ölümünden 9 yıl sonra sinemaya uyarlanmıştır. Bu kitap MEB'in ?100 temel eser? kategorisi içinde yer alan kitaplar arasındadır aynı zamanda.Filme gelince; şimdiyle geçmiş arasında mekik dokuyor filmimiz her şeyden önce. Kahramanımızın çocukluğundan bugüne kadar yaşadıkları çok sıcak,sade ve akıcı bir şekilde anlatılmış seyirciye. Anlayışlı, birbirine kenetlenmiş has İrlandalı ailesi Brownlar. Ki zaten kahramanımızın kendisini sakat gibi görmemesinin, hayata sıkı sıkıya tutunmasının,bedenine tutsak yaşamak yerine inadına çabalamasının arkasındaki en büyük etken başta annesi ve kardeşleri hiç şüphesiz. Bir akşam sol ayağına tebeşir alarak yere ?mother? yazması annesinin ondaki ışığı görmesine yetmiştir,hatta babasının onu Brown ailesinin bir üyesi olarak görmesinede'annesi bu cılız ışığı fark ettiğinde harekete geçmek için gerekli cesareti almıştır çoktan ve ilk iş fizyoterapi görmeye başlar,konuşmasında da belirgin farklar meydana gelir bu süre zarfında. Kahramanımız her şeyden öte umut insanı, sakat olması birini sewmesine engel değil, kalp kırıklarıyla baş etmesinede. Zaten, kim demiş ki sakat diye; ellerini kullanamıyor yada bacakları üstünde duramıyor diye sakatmı olmalı insan. Sakat beden yoktur sakat zihniyet vardır onlara göre. en başta ailesi onu tam kabul etti her şeyiyle? ve filmin seyri çekingenliğe sıkışmış aşklarla,bağış toplantılarıyla,sergilerle'aslında bunların hepsine temel olan umutla,mücadeleyle,varolanın,verilenin üstüne kendinden bişeyler koyarak olduğundan çok daha yükseklerde olmayla devam eder. Verileni kafi bulmayıp sızlanan kimilerinin aksine,aykırı bir film bana göre sol ayağım?Filmde şöyle olsaydı daha iyi olmazmıydı dediğim tek nokta müzik seçimi? o duyguyu verememiş sanki,filmin atmosferine uygun, izleyiciyi derinden yakalayan bir müzik seçilse çok daha etkileyici olurmuş dedim.Oyuncu performanslarına gelince,üstad Lewis parmak ısırtacak bi performansla karşımızdaydı! Belkide onun çıkışı bu filmdi! Hani onu tanımasam bu adamın sakat olmadığına inandıramazdı kimse beni. Bu filme kendini hazırlamak için 6 hafta kliniğe gidip,hastaları gözlemlemiş,rol gereği kambur durmaktan 2 kaburga kemiği kırılmış,hatta role kendini o kadar kaptırmış ki sette tekerlekli sandalyede yemek yemiş ve yemeğini başkalarının yedirmesini istemiş&61514;. Christy Brown'ın çocukluğunu canlandıran Hugh O'Conor'ın eline su dökemez kimse. Bu iki oyuncu bizi Christy Brown'ın dünyasına hapsediyor,ama öyle bi esaretki çıkmak istemiyorsunuz,çıktığınızda umutsuz bir dünyada nefes almaktan korkuyorsunuz çünkü? bu film lewis'e en iyi erkek oyuncu ve Brenda Fricker'a en iyi yardımcı kadın rolüyle Oscar ödülü getirdi. Yönetmenin bu filmle ilgili sözleri ise çok ilginç; ?bizle beraber doğumgünü 4 temmuz filmide yarışıyordu ve bizim hiç umudumuz yoktu. Biz o gece oscara eğlence için gitmiştik..?cümlelerimi filmde beni etkileyen iki cümleyle noktalamak istiyorum;-?ertelenen umutlar kalbe zarar verir?-?kendini teslim etmediğin tüm aşklara lanet olsun.?